ABD–Türkiye nükleer mutabakatının mimarı Friedman, ilk kez Türkiye Gazetesi’ne konuştu: Erdoğan–Trump sürecinin perde arkasını anlattı
ABD–Türkiye nükleer mutabakatının mimarlarından Justin Friedman, Türkiye Gazetesi’ne verdiği özel röportajda enerji işbirliğinin perde arkasını ve Erdoğan–Trump döneminde yaşanan kritik diplomatik temasları anlattı.
- Türkiye-ABD ilişkileri, LNG tedariki ve Sivil Nükleer İşbirliği Mutabakat Zaptı (NCMOU) ile enerji odaklı yeni bir döneme girmiştir.
- NCMOU, Türkiye'nin temiz enerjiye geçiş, veri merkezleri ve sanayi proses ısısı ihtiyacını karşılamak üzere Küçük Modüler Reaktörlere (SMR) yatırım ilgisini artırmaktadır.
- AB'nin karbon düzenlemeleri (CBAM), Türk üreticilerin SMR'ler aracılığıyla karbon-free enerji kullanma gerekliliğini vurgulamaktadır.
- Türk şirketleri, nükleer sertifikasyon süreçlerinde ilerleyerek uluslararası SMR projelerinde aktif rol almayı hedeflemektedir.
- ABD'nin finans kuruluşları (EXIM, DFC), net proje ve devlet garantisi şartlarıyla Türkiye'deki sivil nükleer projelere destek sağlayabilir.
MÜZEYYEN BIYIK—Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Beyaz Saray ziyareti sonrasında Ankara–Washington hattında enerji odaklı yeni bir dönem başladı.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler, uzun süredir ihtiyaç duyulan stratejik yeniden kalibrasyon dönemine girerken, enerji anlaşmaları ve mutabakat zaptları iki ülkenin gündemini yeniden tanımlayan bir çerçeve oluşturdu.
Görüşmelerin ortaya çıkardığı yeni çerçeve, uzun vadeli sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) tedarik anlaşmaları ile Stratejik Sivil Nükleer İşbirliği Mutabakat Zaptı’nı (NCMOU) bir araya getiren iki ana başlığa dayanıyor. LNG anlaşmaları Türkiye’nin enerji arzını uzun vadede güvence altına alırken, NCMOU yatırım, teknoloji ve ortak üretim kanallarını genişleterek özel sektör için yeni bir hareket alanı oluşturacak.
Türkiye ile ABD arasında kısa süre önce imzalanan NCMOU’nun hazırlık sürecinde kilit rol üstlenen isimlerden biri olan ABD Dışişleri Bakanlığı’nin eski Nükleer Enerji Kıdemli Danışmanı Justin Friedman, Türkiye Gazetesi’ne konuştu.
Kamu hizmetinden ayrıldıktan sonra Friedman Global Strategies’i kurarak ülkelerin enerji güvenliği ve enerji dönüşümü hedeflerine yönelik projelere destek veren Friedman, Türkiye–ABD enerji diplomasisinin perde arkasındaki gelişmeleri değerlendirdi.
“2014–2017 arasında Ankara’da Siyasi Müsteşar olarak görev yaptım; ikili ilişkilerin en zorlu yıllarında sahadaydım” diyen Friedman’ın görevi, ABD’de Barack Obama döneminin sonuyla Donald Trump döneminin başlangıcını kapsayan yoğun gündemli bir döneme damga vurdu.
NCMOU, TÜRKİYE–ABD ENERJİ İŞBİRLİĞİNDE YENİ BİR KAPI AÇIYOR
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar ile ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio tarafından imzalanan mutabakata ilişkin sorularımızı cevaplayan Friedman, şu ifadeleri kullandı:
"Sivil Nükleer İşbirliği Mutabakat Anlaşması’nın imzalanması, son dört yıldır yürüttüğüm nükleer enerji çalışmalarının en önemli dönüm noktalarından biri oldu. NCMOU, Türkiye–ABD enerji iş birliği tarihinde kayda değer bir kilometre taşı niteliğinde ve iki ülkenin özel sektörüne yatırım ile ortaklık fırsatlarının kapısının açıldığı yönünde güçlü bir mesaj veriyor. Anlaşma, sivil nükleer sektörü yatırımcılar için daha cazip hale getirmek amacıyla hangi ortak adımların önceliklendirileceğini belirleyen net bir çalışma zemini oluşturuyor. Türkiye’nin enerji bağımsızlığını güçlendiren, ABD’nin enerji ticaretine de ivme kazandıran bir çerçeveden söz ediyoruz."
Türk özel sektörünün Küçük Modüler Reaktörlere (SMR) yönelik ilgisinin hızla yükseldiğine dikkat çeken Friedman, kömürden temiz enerjiye geçiş ihtiyacının ve küresel enerji dinamiklerinin bu eğilimi nasıl şekillendirdiğini anlatarak şu ifadeleri aktardı:
"Türk şirketlerinin SMR’lere ilgisinin artmasının üç temel nedeni var. Öncelikle kömürden nükleere geçişin sağlayacağı çevresel ve ekonomik faydalar önemli bir etken. İkinci etken, veri merkezleri ve yapay zekâ sistemlerinin ihtiyaç duyduğu istikrarlı ve güvenilir baz yük elektrik ihtiyacı. ABD’de SMR heyecanının merkezinde şu anda tam olarak bu bulunuyor ve teknoloji şirketleri operasyonlarının kesintisiz sürmesi için büyük yatırımlar yapıyor. Üçüncü etken ise SMR’lerin sadece elektrik değil, yüksek ısı da üreterek petrokimya, çimento, cam ve çelik gibi sektörlerdeki proses ısı ihtiyacını karşılayabilme potansiyeli.
Tüm bu dinamikleri birleştiren unsur ise Avrupa Birliği pazarının Türk üreticileri açısından taşıdığı önem. AB, Karbon Sınır Ayarlama Mekanizması’nı (CBAM) devreye alırken, Türk üreticilerin karbon-free enerji kullandıklarını gösterebilmeleri gerekecek. ABD’de birçok şirket bu alanlarda Türk firmalarıyla iş birliği potansiyelini ciddi şekilde değerlendiriyor. Bu firmalar Türkiye’yi yalnızca bir pazar olarak değil; inşaat, parça tedariki ve bölgesel-küresel ortaklık için güçlü bir paydaş olarak görüyor."
Türkiye doğal gazın yüzde kaçını ABD'den alacak? Bakan Bayraktar'dan 'LNG' açıklaması
SMR teknolojisine yönelik ilginin hızla yükselmesinde Türkiye’nin enerji denklemindeki yapısal ihtiyaçlar belirleyici. Güneş ve rüzgârın kesintili üretimi ağır sanayi ve veri merkezlerinin sürekli güç talebini karşılamıyor. Kömür ve doğalgaz ise hem fiyat oynaklığı hem de AB’nin karbon düzenlemeleri nedeniyle uzun vadede rekabet baskısı oluştururken, SMR’ler 7/24 üretim kapasitesi, yüksek proses ısısı sağlayabilmesi ve sıfır karbon emisyonu ile enerji güvenliği ve ihracat odaklı sektörler için stratejik bir alternatif sunuyor. Türk özel sektörünün bu alana yönelimi de bu çok boyutlu avantajların birleşiminden kaynaklanıyor.
"TÜRK ŞİRKETLERİ NÜKLEER SERTİFİKASYON SÜRECİNDE HIZLA İLERLİYOR"
SMR teknolojisinin yalnızca Türkiye’de değil, uluslararası alanda da hızla yaygınlaşması, Türk şirketlerinin Romanya başta olmak üzere büyük ölçekli SMR projelerine katılma isteğini artırıyor. Küresel nükleer pazarda yer almak için gerekli teknik ve düzenleyici şartlara ilişkin değerlendirmesinde Justin Friedman şu ifadeleri kullandı:
"Türkiye’ye her gelişimde, nükleer endüstrinin istediği niteliklere sahip olan ve küresel pazara ‘N-stamp’ yani nükleer sertifikalı ürün tedarik eden daha fazla Türk şirketiyle tanışıyorum. Nükleer Enerji Düzenleme Kurumu’nun (NEDK) kapasitesini kararlılıkla geliştirdiğini ve güvenli, güvenilir bir sivil nükleer enerji sektörünü denetleme sorumluluğuna SMR’leri de dâhil etmek için ileri adımlar attığını görüyorum. Türk sanayisi bunu zaten biliyor ama okuyucularınız için özellikle vurgulamak isterim: Amerikan Makine Mühendisleri Birliği’nin (ASME) geliştirdiği teknik standartlar, sivil nükleer enerji ürün ve hizmetleri için fiilî küresel standart niteliğinde. Bu standartların daha geniş ölçekte benimsenmesi, Türk ihracatının küresel pazarlarda çok daha rekabetçi hale gelmesini sağlayacaktır."
TÜRKİYE’DE NÜKLEER YATIRIMLARIN KİLİDİ: EXIM VE DFC
ABD’nin EXIM Bank ve DFC gibi finans kuruluşlarının Avrupa’daki nükleer projelere 17 milyar doların üzerinde destek açıklaması, Türkiye açısından da dikkatle izlenen bir başlık haline geldi. Justin Friedman, bu kurumların hangi tür projelere destek verebileceğine ve Türk tarafından hangi adımların beklendiğine ilişkin olarak şunları söyledi:
“EXIM veya DFC adına konuşamam; ancak devlet hizmetindeyken her iki kurumun da Türkiye dahil çeşitli sivil nükleer projelere destek seçeneklerini aktif biçimde incelediğini biliyorum. Buradaki temel mesele şu: Bu iki kurum, hem öz sermaye hem borç finansmanı sağlayabiliyor ancak bütün mekanizmalar net şekilde tanımlanmış bir projeye dayanıyor. Sahiplik yapısı açık olmalı, gelir modeli net olmalı ve birçok durumda proje bir devlet garantisiyle desteklenmeli.
Dolayısıyla Türk tarafını ikiye ayırmak gerekir. Proje geliştiricileri, finansal yapılarını EXIM ve DFC’nin gereklilikleriyle uyumlu hâle getirmek için bu kurumlarla erken aşamada temas kurmalı. Türk hükümeti ise potansiyel projelere hangi desteklerin ve garantilerin verilebileceğini değerlendirmeli; daha genel çerçevede de ülkenin mali yapısını güçlendirme ve yatırım ortamını iyileştirme yönünde ilerlemeyi sürdürmeli.”
"TÜRKİYE NÜKLEER BÜYÜMENİN ÜÇ KRİTİK ALANINDA ÖNE ÇIKABİLİR"
ABD’nin 2050 yılına kadar nükleer kapasitesini dört kat artırmayı hedefleyen küresel yol haritası tartışılırken Justin Friedman, Türkiye’nin önümüzdeki on yılda üstlenebileceği role ilişkin değerlendirmesinde şu ifadeleri aktardı:
"Sivil nükleer enerji endüstrisi zaten küresel bir yapıya sahip ve liderlerimizin 2050–2053 için ortaya koyduğu iddialı büyümenin gerçekleşmesi daha fazla uluslararası iş birliği gerektiriyor. Türkiye’nin özellikle üç alanda giderek daha etkili olabileceğini düşünüyorum. Birincisi inşaat. Türk şirketlerinin bu alandaki kabiliyeti biliniyor ve bu becerilerin nükleer sektöre uygulanması şimdiden başlamış durumda. İkincisi, küresel nükleer tedarik zincirinde daha güçlü bir oyuncu hâline gelmek. Türk firmaları halihazırda ‘N-stamp’ ürünleri üretiyor ve bu kapasiteyi büyütebilir. Üçüncüsü ise insan kaynağı. ABD’de yetkinliklerini geliştiren çok sayıda Türk nükleer mühendisi ve bilim insanıyla tanıştım. Eğitim ve yetkinlik geliştirme alanındaki bu doğal iş birliğinin büyütülmesi için geçtiğimiz yaz yaptığım ziyarette daha kapsamlı çalışma başlatmıştım. Artık diplomat değilim ama şuna inanıyorum: İnsanlarımız ne kadar çok birlikte çalışır, eğitim alır ve üretirse stratejik ilişkilerimiz o kadar güçlenir."
"TÜRKİYE’NİN NÜKLEER POTANSİYELİ ARTIK KAPASİTE İLE BİRLEŞME AŞAMASINDA"
Türkiye’nin nükleer enerjide liderlik potansiyeliyle ilgili görüşlerinde Friedman şu noktaları aktardı:
"Türkiye’de her ziyaretimde, sivil nükleer enerji sektörünü inşa edecek becerilere sahip olan veya bu becerileri hızla geliştiren daha fazla profesyonel ve şirketle karşılaşıyorum. Bu, sürecin en belirleyici unsuru. Ayrıca nükleer enerjinin Türkiye’nin enerji güvenliğinde temel bir rol üstlenmesi gerektiğine dair güçlü bir devlet vizyonu görüyorum. NCMOU artık yürürlükte, dolayısıyla vizyon ile kapasitenin birleşmesi için gerekli şartlar daha net şekilde oluşuyor. Gençlik yıllarımdan beri aklımda kalan bir şey vardır: Bir su topu koçum, potansiyelin tek başına hiçbir değer taşımadığını, bunun ancak azim ve çabayla gerçeğe dönüşeceğini söylerdi. Burada da aynı durum geçerli."
"ERDOĞAN–TRUMP DÖNEMİNDEN BUGÜNE, STRATEJİK ÇIKARLARIN ÖNEMİ DAHA DA ARTTI"
ABD–Türkiye ilişkilerinin son on yıldaki seyrine dair düşüncelerini paylaşan Friedman şöyle konuştu:
"2014–2017 yılları arasında Ankara’da ABD Büyükelçiliği’nde Siyasi Danışman olarak görev yaptım; ikili ilişkilerin en zorlu yıllarıydı. O dönemde taktiklerde her zaman aynı fikirde olmasak da stratejik ilişkinin iki ülke için taşıdığı değer gözden kaçırılmamalıydı. O süreçte Başkan Trump’ın seçilmesiyle birlikte Türk hükümetinin iki lider arasındaki kişisel ilişkiyi kullanarak ortak stratejik çıkarlarımıza hızla yeniden odaklandığını gördüm. Aradan geçen yıllarda dünya dramatik biçimde değişti, ancak iki ülkenin paylaştığı temel stratejik çıkarlar bence daha da önem kazandı. Bu nedenle iki lider arasındaki iyi ilişki, ortak stratejik alanlarda ilerlemeyi kolaylaştıracaktır. NMOU’nun imza törenini birlikte izlemeleri de birlikte ilerlemeye devam edileceğinin güçlü bir göstergesidir."
