SÖZ MÜ, ŞİİR Mİ, MEKTUP MUDUR BİLEMEM...
''Hatıra'' dedim ama, benim hiç hatıram yoktur Enver Ağabeylerle...Yani; ''Hoş Seda da'' anlatanların hatıraları gibi yoktur demek istiyorum...Bendeniz de ne yapayım? O hatıraları okurken hayıflanıyorum ama... Sanki anlatanı ben olup da, gözyaşı döküyorum..
''Hatıra'' dedim ama, benim hiç hatıram yoktur Enver Ağabeylerle...Yani; ''Hoş Seda da'' anlatanların hatıraları gibi yoktur demek istiyorum...Bendeniz de ne yapayım? O hatıraları okurken hayıflanıyorum ama... Sanki anlatanı ben olup da, gözyaşı döküyorum...Anlıyorum ki yazılan her hatıra benim. Bizim...Bir kaç yazışmam var Enver ağabeylerle. Bir kaç dua, birkaç bakışma. O kadar.. :) Ama rüyalarım çoktur. En az yazılan tüm hatıralar kadar. Belki daha çok...O yüzden Enver Abilerle ben hep konuşurum. Hayatta iken de, vefatından sonra da...Önce boş duvarlara konuştuğumu sanmıştım. Anladım ki öyle değilmiş...Zira onun muhabbeti içimde olmadan yaşayamam...
Enver Ağabeyleri düşlediğim de, içimde olanların bazılarını bir not kağıdına kaydediyorum. Bunu adı söz müdür? Şiir midir? Mektup mudur? Bilmemem! İşte neyse bazılarını gönderiyorum.
Selam ve Hürmetlerimle
Meçhul Aşık…
Enver abi yi/leridüşünürken/konuşurken bazı bazı…
Ah ustam! Sırdaşsın ya!
Gözyaşım düşüyor mektubun en başına?
Postacının eli mi ıslanmış?
Ne çıkar???
Bu akşam içimde bir kasvet var!
Onun hayalidir hep gözlerimde,
Ve gözyaşım sözlerimde…
Elimde değil! Bu irade benim değil...
İçimde hüzün var!
Mesulü ben değil...
Tul-i emelimi kıracak kadar daralıyorum bu gece.
Sevdiğim midir terk-i diyar eder.
Bir Eylül ayına işaret edildiyse ayrılık,
Gelmeden aylar önce beni perişan eder...
Sonbaharla kavgalıyım artık... Eylülle davalı...
Bir defa olsun sarılsam gitmeden...
Bir defa için olmasın edebe mugayir..
Ve koklasam...
Bir gül yaprağı gibi düşsem gönlüne.
Son nefesimizi vermeden...
Her Eylül ayında artık,
Toz toprak mı olacak bu şehir?
Bir bulut gibi yüklenecek miyim öz suyuna?
Kurumuş yapraklar rengi solmuş gibi mi bakacak?
Neden Eylül usta? Neden..?
Kuşlar ezgileri daha mı içten dökecekler o mevsim?
Asr-ı Seadetten uzaklaşılan her vakit gibi,
Daha karanlık bir yola mı koyulacağız..?
Ve ben bunun için mi artık,
Eylül ayını hiç sevmeyeceğim?
Eylülün kokusu değiştiğinde,
Yapraklar düşecek usta!
O gün yapraklar dökülecek...
Hiç kurumadan..
Ve yemyeşil kavuşacak toprağa...
Ellerimizde ibrik...
O ise; ''KuddiseSirruh''
Dökeceğiz suyu torağına...
Ve anlayacağız bir Eylül akşamında,
Sözde bir... Gözyaşı da...
Sende.. Bende...
Gün ola…
Hepimiz TOPRAĞA...
Kavuşmak mı?
İnşallah duayla…(10.02.2013 Saat: 12:23)
Efendim,
Bu akşam sizden bahsediyorduk. İçerden gözü yaşlı bir ses yükseldi ; ''Enver abiler vefat ettiler.''
Yıkıldım!
Çünkü dün sabah almıştım haberi. Dün sabah göstermişlerdi bir rüyada… Hastanedeydik. Ve siz yeşil bir tabut içinde çıkıyordunuz odanızdan… Kimselere diyemedim efendim. Size bile söylemeye dilim varmadı…
Ellerim titrek şimdi! Yüzüm solgun bu gece. Acım büyük hasretinizden…
''Üzülmeyiniz'' der gibi bir resminizvar hayalimde. Ama bırakmıyor ki bir anda büyüyen yalnızlık hâli. ''Oymuş'' diyorum abilerin Eylül ayından evvel, görüp göreceği;
Meğer bu günmüş yetim kalmakkaderde…(22 Şubat Saat: 22:30)
Mevsimlerden Kış...
Deniz gri, gökyüzü dağınık… Dağlar duyar da ağlar Abi'lerin hasretini…
Ve kuşlar dahi, vuslatla kanat vurdular bu gün, çığlık çığlığa sizleri uğurlamak için…
Bu gün bir mevsimde değildir vakit. Ve zaman donacak kadar güzel şimdi. Çünkü mevsimsiz bir vakitteyiz… Bu gün Şeb-i Arûs dur. Bir düğün gecesi…. Şimdi kabriniz ışıkla doldu, güne karanlık çöktü. Ve kesrette zulmet var, bahçenize nur!
Yoksa cennet mi bu kadar arzuladı sizi? Hal bu ki, vakit daha çok erkendi…
Ne ola ki bu Levh-i Mahfuz'uncilvesi…(23 Şubat Saat:17 15)
Efendim,
Kimseler bilemedi bendenizin bildiğini.
Bir tek zat-ı Âlileriniz bilirdi sevdamı… Ne güzel de sakladık bir sırrı bu güne değin. Kimseler sormasın şimdi. Evet, ne ben söyleyeyim, ne de onlar desin. Belki beraber çekildiğimiz bir resmimiz bile yok! Ama iç çekmek var bundan ötürü. İçlenmek… Eksik kalmak var! Mahzun düşmek! Gözyaşı var. O halde herkes göreydi de, bendeki o bir damla gözyaşının, özüne ineydi… İmreneydi de diyeydi; ''Ne olaydı da bir fotoğrafımız olmayaydı bu abi gibi ve sevmek işte bize de, böyle nasip olaydı.'' Zira o çölde aslan avlıyordu... Ve lakin gönül avlamak nasıl ''Hazret'' kıldıysa Hamza'yı...Bendeniz gaflet içinde yaşarken hayatı; Bir anda sevmek sizi, layık etti adımı. Adamlığımı… Bendeniz sevdim. Bir bakışta, bir ettiğiniz nazarda… Yine bu kabristandaydık… İşte o gün ilk defa baktım size ve hüznün en güzel yüzünü gördüm gözlerinizde. O gün yine bir Şebi Aruz du. Tarih 26 Ekim 2001. Kaderin cilvesine bak! İlk burada karşılaştık, bu gün de aynı yerden vedalaştık… (23 Şubat 2013 Saat: 17 25)
Efendim,
Yıllar önce okudukça anladım. Sevdikçe bildim.. O Hazreti Hamza'ydı. Ben dahi Adaşı...
O asla korkmadı, gözünün gördüklerinden. Ben ise ''Aşkı'' tattım, gözümün görmediklerinden.
İşte bu yüzden sevdim Cenabı Peygamberi dünya gözüyle görmeden…
Ve gayba iman ettim. O kıymet biçilemeyen yazılardan. Bir İlmihalden, bir de sizin hüznünüzden…
Siz ve bendeniz, bendeydiniz… Zira bir ben yoktu bende. Zat-ı âliniz vardı kalbimde. Bendenizde.. Kölenizim işte… Mührünüzü vurun ne olursunuz şu garibanın mektubuna!
Yoksa güneş doğmadan biraz daha mı kalmalıyım kabrinizde?(23 Şubat 2013 Saat: 17 45)
Bu gün doyasıya konuşabilirim artık. Söz olurmuş, olsun! Siz benim can içimde cananım değil misiniz? Öylesiniz çünkü bu gün sizin gününüz. Bizim ise öldüğümüz…
Şimdi duysun insü cin. Ve dağlar taşlar, hasretiniz ki her yanımızı kaplar. Ah Zülf-i Yâr! Yaşama gayemsin sen…Ve çok şükür, şimdiyse bir vekilin gönül penceresinden…
Binlerce el bir elde birleşince…Elhamdülillah ne güzelmiş bir musafaha..
Ve biat ki, sevmek… Biat ki ölünceye dek sadakat…( 23 Şubat 2013 Saat: 21 45)
Efendim,
Ben ki, sevmenin aslı nedir? Bilemem ki… Alem-i misal mi? Göremem ki…
Bildiğim, Bu dünya hayal. Sevmekse tek gerçek.. Ve elbet gün gelecek bir hayali gerçekleşecek...
Ne yazsak ne söylesek şimdi, içimizde ki duyguyu anlatamayız.. Size olan aşkımızı izah etmemize imkan yok. Zira sesi çıkmayan sözler vardı, manayla bakan gözlerinizde. Şifaydı hepsi. Nasıl izah edilegelsin. Buna izan bile dayanmaz ki, anlaşılagelsin..
Lakin gitseniz de, hiç fark etmez! Sizin bıraktığınız bayrak Üçüncü bin yılında da gökleri hep süsleyecek…(24 Şubat 2013)
Efendim,
Yola çıksak ağlıyoruz.
Çarşı pazar dolaşsak ağlıyoruz.
İnsanlar görüyor! Gene de ağlıyoruz.
Ne olacak bunun sonu, bilmiyorum.
Durduk yere ağlamak kimsenin gelmiyor ki elinden…(30 Şubat 2013)
Aman efendim,
Biter mi bu hasret? Şimdi yürüyoruz...
Yamaçlardan bir koridor açılıyor Yemyeşil...
Yağmur yağıyor... Hizmet için kavruluyor çocuklar…
Henüz Beş yaşına basmamış oğlum Enver dua ediyor.
''Allah'ım Enver dedem sana gelmiş. Ona iyi bak!''
Ve bana diyor ki; ''Baba merak etme o gider sonra geri gelir.''
Oğlumun adı Enver'dir Efendim. Adaşınız. Gittiği her yere sizin gibi neşe verir.(02 Mart 2013)
Efendim,
Bu gün Hasret ve sevinçteyiz.. Bu iki hal sanki hüznün bileşkesi gibi… Bir sır ki sizin şifalı bakışlarınızda gizliydi. Ve gülümseyen gözlerin ardındaki o hasrette...
Bu sebeple Siz ki âb-ı hayattınız kesrette.. Ve biz bir katre tattık sadece.
Ama doyamadık…(03 Mart 2013)
Efendim,
Bendeniz sizinle doğdum, sizinle yaşadım, sizinle nefes aldım. Belki sizinle ölecektim ya da ömrünüze verecektim ama olmadı. Tam ucuna geldik de emir vaki olmadı…
Ben hastalıktan çıktım. Siz hastaneden. Rüyamdaki o yeşil tabutla… Vedalaştık…
Artık aramasın bu gün eş dost!
İsminiz anıldığında her yerde gözyaşım var.
Bir tek unutunca ağlamak yok!
Lakin gittiğinizi hatırlayınca, mahvolacak kadar…
Şimdi söz veriyorum bu davanın zarif insanına; '' insan kalacağıma…''
Söz veriyorum her zaman itaat edeceğime…(05 Mart 2013)
Efendim,
Bir hatıra fotoğrafımız hiç olmadı.
İstedim ki, ismim de olmasın sevda mektubunda…
Kimseler bilmesin yârimden başka…
Meçhul Aşık…