Dinle
Kaydet
Türkiye Gazetesi
Ustalar sahnedeydi: İşinin başında olanların hikây...
0:00 0:00
1x
a- | +A

Dün (Cumartesi) Tüm Restoranlar ve Turizmciler Derneğinin üye buluşmasındaydım. On yıldır yönetim kurulu üyesi ve danışman olarak aktif görev aldığım TÜRES’in bu buluşmasında çok enteresan bir panelin de moderatörlüğünü üstlendim.

Oturumda MADO’nun kurucusu Atilla Kambur, OSES Çiğ köfte kurucusu Osman Yaşar, Köfteci Yusuf’un sahibi Yusuf Akkaş, Güral Porselen’in yönetim kurulu üyesi Harika Güral ve Karaköy Güllüoğlu’nun sahibi Nadir Güllü konuğumdu.

Neden bu kadar uzun uzun yazdım? Çünkü sahnede beş konukta toplamda 200 yıllık bir deneyim vardı.

MADO’nun kurucusu Atilla Kambur’a sorular yönelttiğimde bana sürekli dondurmadan bahsetmesi ilginç geldi. Bugün MADO artık hem pastane, hem restoran, yüzlerce ürünü olan bir marka. Dünyada ve Türkiye’de yüzlerce şubesi var ama sahibi için dondurma bambaşka bir önem arz ediyordu. Bu beni çok etkiledi.

Köy insandan çıkarmış da insan köyden çıkamazmış derler. Maraş dondurması MADO’dan çıkmış ama MADO dondurmadan çıkamamış hissi verdi bana. Demek ki şirketler ne kadar büyürse büyüsün ilk göz ağrısı olan ürünü gözünden, gönlünden çıkaramıyor.

Atilla Kambur’la Kahramanmaraş’ta misafir olup taze dondurmasını yemek üzere sözleştik.

OSES kurucusu Osman Yaşar çok ilginç bir figür. El arabasında başlamış 25 yıl önce. Evde kendi yoğurduğu çiğ köfteyi el arabasında satarak bugünlere gelmiş. Ben kendisiyle tanıştığımda artık çiğ köftenin fabrikatörü olmuştu. Dev bir fabrikada patron odasında oturuyordu.

Ama konfor alanını terk edip çok ilginç bir şey yaptı Osman Yaşar, 1.750 dükkâna ulaştıktan sonra gitti Karaköy’de Oses Gurme diye lüks segment bir dükkân yaptı. Kendisi de bir yıl boyunca tezgâha geçti. Gelen yerli ve yabancı, çoğu turist müşterilere elleriyle özel gurme çiğ köfteler yoğurup yediriyor. Yetmiyor, kapıda sıra bekleyenlere de elinde tabakla çıkıp tadımlık yediriyor.

Sordum “Osman abi fabrika patronluğu mu yoksa dükkânda doğrudan temas mı?”

Meğerse Osman abi inanılmaz sıkılmış ve bunalmış o patron odasında. Geleni geçeni ağırladığını, kocaman odada yalnız kaldığını anlattı. Şimdi ise kendi alanının bir popstarı gibi, ışıl ışıl parlıyor, tezgâh onun sahnesi.

Nadir Güllü 71 yaşında, 7 torunu var. Bugüne kadar ne zaman Karaköy Güllüoğlu’ndan yolum geçtiyse hep onu dükkânında gördüm. Sordum “Nadir abi bu yaşta senin yaşıtların ya yazlıklarında, ya villalarında, ya dünyayı geziyor, sen neden dükkânında oturuyorsun?”

“Ustaysan işinin başında olacaksın. İşinin başında durmayan esnafın işi yürümez” dedi. “Çıraklığını yapmadığın işin ustası olamazsın” diye ekledi.

Dükkânlarındaki bulaşıkçılara şunu söylüyormuş: “Bu dükkânın, bu markanın en değerli, en önemli bileşeni sizsiniz çünkü ben baklavayı ne kadar güzel yaparsam yapayım, eğer tabakta bulaşık kaldıysa o müşteri mutlu da olmaz, sağlıklı da kalmaz, lezzet de almaz.”

Bir bulaşıkçı için bunu duymaktan daha değerli, daha önemli ne olabilir? Onu daha çok mutlu edecek ne söylenebilir?

Bir de şunu söyledi Nadir abi: “Ben buraya dedemin elinden tutarak geliyordum, şimdi torunumun elinden tutarak geliyorum diye geliyor insanlar.”

Müthiş değil mi? Esnafsınız, marka kurdunuz ve torunken gelenler dede olduğunda da geliyor.

Nadir abiye de Karaköy Güllüoğlu’na gittiğinizde uğrayın, bu yazıyı gösterin, eminim bir ikramda bulunur.

Bir de şunu söylediğinde çok güldüm. “Bizde tarifler değişmez, porsiyonlar değişmez, sadece Japonların ağzı küçük olduğu için onlara küçük porsiyonlar yaptık.” İlahi Nadir abi. Ben de cevabı tutamadım: “Abi birazcık da onlar ağzını açsaydı”.

Sıra geldi Köfteci Yusuf’a. Yusuf Akkaş 1960 doğumluymuş. Çok daha genç duruyor. Fıldır fıldır, hareketli, enerjik çok uzun boylu olmayan bir dev adam. Mahcup bir adam. O kadar başarının, bin beş yüz civarı çalışanı olan, binlerce tedarikçiye para kazandıran, birçok AVM’nin “yeter ki gel burada dükkân aç ki diğer mağazalara da müşteri gelsin” dediği, diğer perakendecilere de para kazandıran bir kazanç makinası.

Son bir yılda Köfteci Yusuf’un yaşadığı olayları biliyorsunuz. O krizin patladığı saatleri sordum. “İlk duyduğunda ne yaptın, ne ettin” diye sordum.

Önce eşi, dostu, çevresi, ailesi yanına gelmiş hemen. Hiçbirinin yüzünde “Acaba?” sorusunu görmemiş. Üretimde çok sayıda kadın çalışıyormuş. Hepsi Yusuf Bey’in yüzüne çok güçlü, cesur, öz güvenli bakmışlar. Biri bile yaptığından şüpheli değilmiş.

Dayanamadım, Yusuf Akkaş’a şöyle kocaman bir sarıldım kucaklayıp.

Taş üstüne taş koyana şöyle şöyle, böyle böyle teşekkür borçluyuz diye beylik laflar etmeyi biliriz. Dünya markaları Türkiye’de her bir köşeyi kapıp Türk çocuğunun, gencinin cebindeki üç kuruş harçlığı alıp yurt dışına götürürken çok büyük destekler görüyor, devletin en üst kademelerinde ağırlanıyor. Ama Türk çocuğu yaptığında en ufak bir şeyde en sert tepkiyi görüyor. Linç ediliyor.

Ama şunu da söyledi Yusuf Akkaş “Size, yani Türk milletine ben borcumu ödeyemezdim, ama benim arkamda öyle bir durdunuz ki, cenazeevine dönen dükkânlarımı öyle bir doldurdunuz ki, borcum artık kat kat arttı, size borcumu bir ömür çalışsam ödeyemem.” Çok duygulandık bu sözlere.

Sıra geldi Harika Güral’a. Kendisi Güral Porselen’de yönetim kurulu üyesiyken kariyerine bir ara verip alanında yurt dışında çok iyi bir okula gidip tekrar öğrenci olmayı, konfor alanından çıkıp tekrar öğrenci olmayı başarmış birisi.

Çok samimi bir şekilde şunu anlattı. “Ben şirkette rapor alan, talimat veren, görev veren, yöneten iken okula gidince bir anda rapor veren, talimat alan, görevlendirilen, ekibin bir parçası hâline geldim. Bu durum önce beni çok etkiledi.

Eskiden Türkiye’deki ürünler, Türk porselen ürünleri “Avrupa kadar olmasa da biz de kaliteliyiz” derken şimdi dünyanın her yerine ihraç ediliyor. Afyon bu işin merkezi. Orada Harika Hanım gibi birçok iş insanının yönettiği birçok başarılı marka var. İhracat yapan kadar bu ülkeye faydalı kimse yok.

TÜRES Başkanı ve Cumhurbaşkanlığı Tarım ve Gıda Politikaları Kurulu Başkanı Ramazan Bingöl, TÜRES yönetiminde muhteşem bir başarıya imza attı ve şu son 10 yılda gıdada, tarımda, turizmde TÜRES’i her masaya oturtmayı başardı. Gerçek bir başarı hikâyesidir hem kendisi hem de TÜRES.

Emeği geçenlerden Allah razı olsun. Memlekete fayda üreten herkesten Allah razı olsun.

Ömer Ekinci'nin önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR