Okundu...
1.10.2023
Müslümanlar bir şehri kuşatınca teklifte bulunurlar: "Gelin din kardeşi olalım, birlikte yönetelim, paylaşalım ortaklaşa." Eğer İslamiyeti seçmedilerse ikinci teklif gelir: "Hâkimiyetimizi tanıyın, yine evinizde yurdunuzda kalın, işinizi gücünüzü bozmayın." Gayrimüslimlerden sadece makul bir vergi alınır. "Tamam ben seni koruyacak, kollayacak, sanatını ticaretini büyütecek, belediye hizmetleri sunacağım ama sen de cizye vereceksin bana" denir. Müslümanların da ödemek zorunda olduğu zekât, öşür vardır, onları bağlamaz.
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u kuşatınca aynı teklifi yapar ancak Rumlar direnmeyi seçer, sur üstünde olmanın avantajını kullanırlar. Çocuklarımızı ağır taşlarla ezer, grejuva ateşiyle yakarlar. Peki İstanbul’a giren ordu bunların hesabını sorar mı? Kin tutmak gibi bir huyları yoktur, sünger çeker, yok sayarlar. Sonra?
Sonra Fatih Patriğe asasını verir, mekân gösterir. İnfaz bekleyen Rumlar şaşkına döner âdeta. Zaten hiçbir zaman aşağılanmazlar, kalburüstü tüccardırlar, bürokrasi içinde de yer alırlar. Divan ve elçilik tercümanlığı, Eflak ve Boğdan Voyvodalıkları, mültezim benzeri vazifeler Rumlara verilir. Evlenme boşanma, miras gibi meseleleri patrikhane çözer, kendi mektepleri vardır, ana dilleriyle konuşurlar.
EZİLMEZ HORLANMAZLAR
Hâlbuki 1204 Haçlı İşgalinde hakarete uğrarlar. Katolikler Ayasofya’yı yağmalamakla kalmaz, mabette katır keser, dansöz oynatır, rahibelere sataşırlar. İşte bu yüzden Bizanslılar, Türk sarığını, Lâtin şapkasına yeğ tutarlar. Osmanlıda Rumlar mülk sahibidir, kendi bağında bahçesinde çalışırlar. Sahil halkı eskisi gibi balıkçılık denizcilik yapar. Yetmez imtiyaz alır, Osmanlı bayrağı altında Türk ve Arap sularına akar, Venedik ve Cenevizlilerin çekildiği alanı doldururlar. Kırım'da, Kıbrıs'ta, Tunus'ta mekik dokurlar. Bir ara korsanlardan yakınırlar, "Tamam o zaman" denir, "top tüfek alabilirsiniz yanınıza!" Gün gelir tekne sayıları 600'ü aşar, onar tayfaları olsa bir nevi donanma. Gerçi parayı ticaretten ziyade tefecilikle bulurlar. Banker Mihalis Kantakuzenos yüz hizmetçisi, kırk kölesi ve haremi ile yaşar saraylarda. Sadece İstanbul’da değil, Selanik ve İzmir’de de güçlüdürler, bazı kasabalar (Ayvalık gibi) onların elindedir âdeta. Rumlar asırlarca hoş tutulur, kilise ve manastırları kapanmaz asla. Mallarından canlarından emindirler, Türklerden korkmazlar bu hususta. Ama İngiliz, Fransız ve Rus'un gazına gelir, ayaklanırlar.
KILAVUZU KARGA
Batılılar zamanla Helensever olur, Yunan şair ve filozoflarını göğe çıkarır, küflü destanları parlatırlar. Ki bu metinler Hıristiyan akidesine de uymaz. Tanrılar tanrıçalar insansıdır, yalan söyler, kin tutar, birbirlerini aldatırlar... Irkçılık, dindarlığın önüne geçer bir anda. Derken Çar Odesa'da "Etniki Eterya" adlı bir şebeke kurar, bizzat harp yaveri Aleksandr İpsilanti'yi getirir başına. Kilise ve manastırlara cephane yığar, gençleri Bizans ve Pontus hayali (Megali Idea) ile doldururlar. Ant içerler: "Tek Türk kalmayıncaya kadar hayat bize haram!"
Eflak Beyi Kalimaki ve İstanbul Rum Patriği de örgüt üyeleri arasındadır. İzmir, Sakız, Bükreş, Yaş, Yanya ve Triyeste'de şube açarlar. Bir yandan da hurafe üretirler, güya Kudüs'e inen melek Patrike müjde getirmiş de filan... Batı, Osmanlıdan rahatsızdır. Batsın ki sömürge yolları açılsın, çöreklensinler mazlumların yurduna. Montesquieu, Racine, Voltaire, Lord Byron, Victor Hugo, Thomas Hope gibi yazarları Helen aşkı sarar, Paris'te okuyan Korayiç, Antimos Gazis, Konstandinos Laskaris militan olurlar. Balkan Müslümanları mülayim insanlardır, silah taşımaz, kargaşa çıkarmaz. Onlar hak aramayı devlete bırakır, kadısı, askeri vardır nasıl olsa. Rumları tehdit olarak görmez iç içe yaşarlar. Düşman uyumuyordur oysa.
BATI ARKALARINDA
Deli Petro Büyük Rusya için Rumlara oynar. Önce onları ayaklandıracak sonra ilhak edecek, iniverecektir sıcak sulara. Osmanlı-Rus Savaşı'nda donanmayı dayar, Mora'yı isyana teşvik eder açıkça. Fransa 1797 Campo Formio Antlaşması ile Venedik Cumhuriyeti'ni parçalar, Adriyatik kıyılarına el koyar, komşu olur Yunan'a. Şair Regas sadece ihtilal şiirleri yazmakla kalmaz, hür Yunanistan için Napolyon'la temas kurar. Thomas Hope "Cambridge Helencileri" grubunu kurar, Yunan'ın dilini, tarihini, felsefesini müfredata koymaya kalkar. Yok futbol müsabakaları, yok tiyatro gösterileri, teberrular... "General Lafayette'den 5 bin frank bağış, Casimir Perier'den 6
bin, Mason Locası'ndan 7.925.50.
Lord Byron ile Mora'ya gelen Albay Fabrier tarım uzmanı kılığındadır, gerilla eğitimi yaptırır Rumlara. Askerî hastaneler bile hazırdır, Lord Byron kendi hususi doktorunu yollar hatta. Fener Patrikhanesinin kapısındaki Bizans kartalı yaldızlanarak parlatılır, zamanı gelmiştir zira. Almanya ve Hollanda da takılır Yunan'ın arkasına.
TERS ZAMANDA
Osmanlı ordusu Tepedelenli Ali Paşa gailesiyle uğraşırken İpsilanti sahaya iner, kan dökmeye başlar. Beklenmedik şeydir şaşırırlar. Rumlar yemeli içmeli komşularını boğazlar. Tripoliçe Katliamı mimarlarından Eksanto, Patrikhane denetimindeki Ayvalık İkonomos Akademisi mezunudur. Bizden biridir güya. Hani siz beraber oynamış, lokma paylaşmıştınız? İnsan tuz, biber, ateş istediği evi nasıl yakar?
Propaganda!
Yunanistan millî marşının yazarı Dionysios Solomos, nefret suçu işler açıkça. Türk kanı dökmeyi yüceltir, katliama maya çalar:
"Derin okyanus, işte böyle uğuldasın isterdim. / Ve dalgasında boğulsun, her Türk tohumu. / Neden muharebe yavaşladı bir an? / Neden azaldı dökülen kan? / Palaskalar kılıçlar / Saçılmış beyinlere, / Yarılmış kafataslarına, / Kımıl kımıl oynayan organlarına bulanmış. / Köpekler azalıyordu. / Ve Allah diye bağırıyorlardı, Allah! / Fakat Hristiyanlar ateş diye bağırıyorlardı ateş! / Aslanlar gibi vuruşuyorlardı. / Pislikler ölüyorlardı, Allah diye böğürerek / Pis kanları nehir olmuş akmakta / Masum otlar su yerine kan içmekte / En cesurları sarsıldı kör adımlarıyla / Korint'ten kovuldular. Saklandılar kaçtılar."
GÜÇLERİ SİLAHSIZA
Balyabadra Piskoposu Germanos, 4 Nisan'da savaş ilanı yapar. Rumlar kalabalık ve donanımlıdırlar. Peloponnesos'te 40 bin Türk'e karşı 350 bin Rum vardır mesela. Yağma ve cinayetler ansızın yayılır, erkekleri katleder, kızları köle yaparlar. Kalelere sığınan Türkler ümitsizdir, ne barut vardır, ne de gıda. Eski hukuklarına güvenir şehrin ileri gelenleriyle konuşur anlaşırlar, ziynetlerini verir, evlerini dükkânlarını bırakırlar. İstedikleri tek şey mıntıkadan çıkmaktır. Rumlar kabul eder, altına imza koyar, ancak kale kapısı açılınca saldırır alayını kırarlar. Kalamata, Livadia, Mesollogi, Vrahori, Navarin, Monemvasia, Vostiça, Balyabadra, Gördüs, Argos, Gastuni, Patras, Korinth ve Nafplion'da hep aynı manzara.
Ünlü haydut Petros Mavromihalis bile dağdan iner yağmaya koşar. Avrupa cinayetlere biganedir, kılını dahi kıpırdatmaz. Tripoliçe ve çevresinde 32 bin Türk öldürülür. Malları yağmalanır. Manya Prensi çaldıklarını ancak iki deve ve 20 katırla taşıyabilir. Komutan Lokotrones'in atı toprağa basamaz, cesetler halı gibi, adımını nereye atsa insan, hayvan, organ... Rum köylüleri Patra'ya "Türklere ölüm" naralarıyla girer, camilere haç asarlar. Vostiçalı Rum ayanları beşer Türk kellesi geçirmiştir mızraklarına. Papazlar merasim kıyafetleri ile çıkar, şenlik yaparlar şaşaayla.
Ancak bu büyük soykırımı Türkler unutur zamanla...
BAŞKA NE BEKLİYORDUNUZ Kİ?
Rumların kanlı katliamları bazı Avrupalıları düşündürür. Cinayete mi alet olmuşlardır yoksa? Meşhur İngiliz yazar William St. Clair “Yunanistan Türkleri az iz bıraktılar. 1821 yılı ilkbaharında aniden, tümüyle yok edildiler, komşuları tarafından boğazlandılar. Kalelere çekilirken yollarda yakalandılar soyulup yakıldılar" ifadelerini kullanır. Fransız yazar Rene Delaporte "Doğrusunu söylemek gerekirse, Rumlar barbarlaştı. Helen'e duyduğumuz aşk, bizi yalana götürmesin katliam hususunda!" der. İngiliz yazar Davit Howarth "Grekler, cinayet için bir sebep aramadı, şehvete kapıldılar âdeta" şeklinde yazar. Fransız Konsolosu Pouqueville "Bu korkunç geceden sonra, tekrar aydınlığı görebileceğimi sanmıyordum. Bitmek bilmeyen çığlıklar. Bir şehir yok oldu, yollar ceset doldu. Başpiskopos Germanos vebal altında!"
William Ogden Niles: "Türkler Monemvasia'da kuşatıldı aç kaldı. Rumlar sizi Anadolu'ya götüreceğiz diye söz verdi. Ancak kapılar açılınca, saldırdılar, çok kan aktı, yağma yapıldı. Beş yüz Türk’ü bir gemiye bindirip ıssız adaya bıraktılar, açlıktan telef oldular. Navarin Kalesindekiler de açtırlar, Mısır'a gitmek isterler kısa yoldan. Görüşmeler sürerken saldırıya uğrar 3 bin ceset düşer toprağa."
İngiliz Konsolos Phillip Gren: "Rumlar bir imansızın cesedini gömmekten imtina ediyordu, atıp bir enkaza yakıyorlardı."
Tarihçi George Finlay: "Tripoliçe ele geçince 2 bin insanı bir vadiye götürüp kırdılar. Kemik yığınlarını iki yıl sonra gördüm, kış yağmurları ve yaz güneşiyle ağarmışlardı. Sayılamayacak kadar çocuk vardı aralarında."
Tarihçi Walter Alison Phillips: "Tripoliçe sakinleri, yabani çetenin keyfine bırakıldı, yaş ve cins ayrımı yapılmadı, sığır gibi doğrandılar. Para sakladığından şüphelenilenlerin kolları bacakları kesildi, ateşe oturtuldular. Hamilelerin karınları deşildi, köpek kafaları sokuldu yarıklara. Cumadan pazara kadar çığlıklar kesilmedi, bir Rum 90 kişiyi öldürdüm diye övünüyordu çarşıda. Aç kalan Türk çocuklar yıkıntılar arasında dolaşırken yakalandı, kuyulara atıldı. Agrinio'da 200 Yahudi, 500 Müslüman aile yaşamaktaydı, hepsi kırıldı. Rumlar 1821 Mart’ında, Sakız Adasına saldırdı, Türk ticaret ve hacı gemilerinin yolcu ve mürettebatı da canilerin hışmına uğradı."
Jules Verne: "Yüzlerce Türk, Osmanlı topraklarına götürülecekleri vaadiyle teslim olmalarına rağmen Kouloneski kayalıklarına bırakıldı. Ege Adalarında da kitle katliamı yapıldı. Kıbrıs, Sakız, Sisam, İstanköy ile Ege sahillerinde yapılan mezalim Mora'dakini aratmadı. Osmanlı gemilerine de saldırdılar, mürettebatı öldürüp suya attılar. Türk hacıları aynı akıbete uğradı. Bunlardan 57'si Hydra adasına götürüldü diri diri yakıldı. Rumlar, Türkleri Pers (İranlı) sanıyorlardı, Makedonyalı İskender'le savaştıklarına(!) göre ölümü hak etmişlerdi çoktaan."