Sudan’da Sudan ordusu (SAF) ile paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) arasındaki çatışma, artık bir iç savaş değil, küresel güçlerin çıkar hesaplarının yeni cephesi hâline geldi.
2023 Nisan’ında başlayan iç savaş, insanlığın vicdanını zorlayan bir felakete dönüştü. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin (OHCHR) verilerine göre şimdiye dek en az 15 bin sivil hayatını kaybetti, 10 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. Yaralı sayısı 30 bini, açlık sınırında yaşayanların sayısı ise 8 milyonu aştı. Darfur’daki toplu mezarlar, tecavüz ve kaçırılma vakaları savaşın sadece askerî değil, etnik ve toplumsal bir yıkım olduğunu gösteriyor. UNICEF’e göre on binlerce çocuk kayıp, ülke genelinde sağlık sisteminin yüzde 70’i çökmüş durumda.
Ancak bu ağır tablo yalnızca iki Sudanlı generalin iktidar kavgası değil. Sudan’daki yerel kaynaklardan edindiğim bilgilere göre, sahadaki çatışmaların ardında çok daha derin bir jeopolitik yeniden paylaşım süreci yatıyor.
Sudan ordusu (SAF), General Abdülfettah el-Burhan’ın liderliğinde, ülkenin resmî kurumlarını elinde tutan yapı. Karşısında ise General Muhammed Hamdan Dagalo’nun komutasındaki RSF var; yani “Hızlı Destek Kuvvetleri”. RSF, aslında Darfur’daki Cancevid Arap milislerinden evrilmiş, petrol ve altın ticaretiyle finanse edilen bir paramiliter güç.
İki tarafın da eli temiz değil; ancak çatışmanın finansal damarlarını kimlerin beslediği, savaşı iç mesele olmaktan çıkarıyor. Uluslararası gözlemciler ve Afrika politikaları uzmanları, RSF’nin Birleşik Arap Emîrlikleri’nden (BAE) lojistik ve mühimmat desteği aldığını, bunun karşılığında altın ihracatının gizli yollarla Dubai üzerinden yürütüldüğünü belirtiyor. SAF ise, Mısır, Suudi Arabistan ve zaman zaman Rusya’nın Wagner bağlantılı gruplarıyla iş birliği içinde.
Bu tablo, Afrika’daki güç dengesinin artık yalnızca kıta içi değil, Kızıldeniz hattı üzerinden Orta Doğu’ya bağlanan yeni bir “jeoekonomik arter” hâline geldiğini gösteriyor.
Sudan, Afrika’nın üçüncü büyük altın üreticisi. Ülke topraklarında hem Çin hem Rusya hem de Körfez sermayesinin yatırımları var. Bu nedenle, her bomba aynı zamanda bir ekonomik mesaj taşıyor. Altın madenlerinin bulunduğu Darfur ve Kordofan bölgeleri, şu anda savaşın en sert yaşandığı yerler.
Batılı devletler, özellikle Fransa ve ABD, Sudan’da istikrarsızlığın artmasını Afrika Boynuzu’nun Çin ve Rusya etkisine kayması olarak okuyor. Bu nedenle, bir yandan “insani kriz” söylemleriyle diplomatik platformlarda görünürlük sağlarken, diğer yandan enerji koridorlarını güvence altına alacak yeni askerî üsler inşa ediyorlar.
Sudan’daki savaş, Afrika’nın yeni güç denklemine ışık tutan bir turnusol alanı. Fransa’nın Sahel’deki etkisinin zayıflaması, Rusya’nın Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali’deki varlığı, Çin’in borç diplomasisiyle kıta ekonomilerini kuşatması hepsi Sudan’ın kaderiyle kesişiyor.
Sudan artık yalnızca “bir ülke” değil; Afrika’nın hangi modele göre yönetileceğinin test sahası. Batı destekli demokratik geçiş mi, yoksa otoriter ama ekonomik olarak pragmatik bir düzen mi?
Bugün Sudan’da yaşananlar, uluslararası sistemin vicdan sınavıdır. Gazze’deki savaş elbette insanlık için bir yara; fakat Sudan’da olup biten, sessizlikle meşrulaştırılan bir soykırıma dönüşüyor. Uydu görüntüleriyle tespit edilen toplu mezarlar, Darfur’daki etnik temizlik operasyonları, BM yetkililerinin “Afrika’nın Ruanda sonrası en büyük trajedisi” dediği yıkım; hepsi, küresel medyanın seçici körlüğüyle gizleniyor.
Afrika’daki diplomatik ağını son 15 yılda olağanüstü biçimde genişleten Türkiye, Sudan krizinde yalnızca izleyici değil, sahada etkin bir insani ve diplomatik aktör konumunda. Hartum Büyükelçiliği ve Türk Kızılay’ı aracılığıyla yürütülen gıda, sağlık ve barınma yardımları bugüne kadar yüz binlerce Sudanlıya ulaştı. AFAD ve TİKA, Port Sudan ve Gedaref bölgelerinde kurduğu lojistik merkezleriyle hem insani yardımı koordine ediyor hem de bölgeye sağlık personeli ve teknik destek gönderiyor. Diplomatik düzeyde ise Ankara, Afrika Birliği ve Arap Ligi nezdinde yürüttüğü ara buluculuk temaslarıyla çatışan taraflar arasında kalıcı bir ateşkes zemini oluşturma çabasında. Ayrıca Türkiye, Kızıldeniz’in güvenliği, gıda koridorları ve düzensiz göç akınlarının kontrolü konularında hem Afrika Boynuzu ülkeleriyle hem de Avrupa ile yürüttüğü diyaloglarda belirleyici bir pozisyon üstlenmiş durumda. Bu tablo, Türkiye’nin Afrika’daki varlığının artık sadece insani diplomasiyle değil, bölgesel istikrar mimarisiyle tanımlandığını açık biçimde gösteriyor.
Sudan’daki savaş, bir kez daha modern dünyanın en büyük suskunluğunu ifşa ediyor. Savaşın çocukları, yerinden edilen milyonlar, çöken sağlık sistemi, açlık ve korkuyla kuşatılan insanlar… Sudan’da yaşananlar artık yalnızca bir insani kriz değil, Afrika’nın kaynakları, toprakları ve stratejik geçitleri üzerinden yürütülen yeni bir paylaşım mücadelesinin sahası. Altınla, enerjiyle, insani yardımla kamufle edilmiş yeni bir paylaşım dönemi.
Ve belki de en acısı, bu savaşın gerçek kazananı altın ve güç uğruna Sudan’ı bir satranç tahtasına çeviren kirli eller; kaybedeni ise topraklarına bile sığınamayan milyonlarca mazlum Sudan halkı.
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...