GİTTİNİZ YA..."YIKILMIŞ GİBİ ASUMAN"
Size 'bey' diyorlar, "iş adamı"; hatta "patron" diyenler bile oldu; biliyor musunuz Enver Ağabey! Biz, sizden öğrendik "bey" demenin soğukluğunu; garip geliyor, samimiyetsiz zannediyoruz. Keşke biraz patronluk yapsaydınız da; sizi tanıdıktan sonra tanıdıklarımıza 'insan' demeye dilimiz gitseydi...
GİTTİNİZ YA..."YIKILMIŞ GİBİ ASUMAN" "ARZ SIĞMIYOR; MERİDYEN ÇATLIYOR"
Size 'bey' diyorlar, "iş adamı"; hatta "patron" diyenler bile oldu; biliyor musunuz Enver Ağabey! Biz, sizden öğrendik "bey" demenin soğukluğunu; garip geliyor, samimiyetsiz zannediyoruz. Keşke biraz patronluk yapsaydınız da; sizi tanıdıktan sonra tanıdıklarımıza 'insan' demeye dilimiz gitseydi...
Yeni doğmuş bir çocuğun savunmasızlığı, çaresizliğiyle muhtaçken size…
Ya da bir dedenin torununa karşılıksız, nispetsiz bağlılığıyla tabiiyken varlığınıza… Yokluğunuzla Ağabey, 'dünya boşalmış da bir biz kalmışız' gibi korkulu geliyor artık her yer, herkes, her şey… Kalbimize uyku girmiyor; sabah da olmuyor Enver Ağabey…
Biz sizden öğrendik mahbubiyyeti, mazlumiyyeti, mahcubiyyeti, mahzuniyyeti. 'Tevazu' ne demek siz öğrettiniz. Yardımseverliğin ömrünü yazdınız 'el yazınız ile...'
Hatıralar, anlatılanlar uçuşuyor zihnimde, göz yaşlarım durmuyor yatağında! ...ki, sinemde tutmak için, düşmesinler diye 'seferberlik' ilan ettim. Sanki akan her bir damla, sizden biraz daha uzaklaştıracak beni, tüketecekmişim gibi sizi...
Siz bir çınar, biz dallarına tünemiş serçelerdik. Siz bir dağ, biz eteğinizdeki filizlerdik. Siz gürül gürül akan bir ırmak, biz kıyınızdaki sığ akıntılardık. Ağaçlar kurudu, dağlar devrildi; çağlayanlar çekildi sanki… 'Biçare gönül' ne dediğini bilmiyor; kırıştırmayın alnınızı, çatmayınız kaşlarınızı Enver Ağabey... Gittiğinizdendir yıkılmış gibi asuman, sığamıyoruz işte dünyaya… Bize kalan acıyı düşününce, 'Peygamber Efendimizi' kaybeden Eshab-ı Kirâm'ın çektiği hicranla mukayese edince, düşüncelerimi derleyip topluyorum.
Ne kadar aciz, nasıl da çaresizmişiz… Aslında ne mukaddes, nasıl muazzezmişsiniz. Nabzınız, kabir taşında atmaya başlayınca tekrar anladık: Bizi muhatap kabul etmişsiniz…
Sizden sonra gördüğüm Ağabey, dakikalarca bakakaldığım o fotoğraf; yüreğimi eritip kan akıttı gözlerimden… Bize daima gülen, güler yüzü ile bakan siz; aslında o dökülen yaprakların manevi, ilahi sırdaşlığında, oturduğunuz tahta sıradaki gibi çok yalnızmışsınız Ağabey! Biz sağlığınıza, varlığınıza duacı… İlahi takdir, makber-i huzur için duacı biz… Ama bu fotoğraf sinemi ağrıtıyor Enver Ağabey. Bir başka fotoğrafta ise; kızarmış, buğulanmış gözleriniz, nemlenmiş yüzünüz... Elinizi sağ yanağınızla birleştirirken, baktığınız o uzakta ne görüyor, kalbinizden ne geçiyordu kim bilir! Siz terk ettiğinizden beri can, biz kaldık bigüman!
Duayı ağzımıza veren ağzımızı duaya çeviren Allah'ın izniyle; dilimiz varsa, yüreğimiz yetse de, "İnsanlara anlayabilecekleri lisanda, sizi anlatabilsek. Tanımıyorlar; bilmiyorlar."
Kendi içimizde, kendi kendimize 'kâr-zarar ortaklığı'na "peki" diyenlerin, kazanç için razı olup, kayıpta rızasız olmalarının riyasına iltica ederken biz, "İnsanların endazesi yok" diye iç çekerken; siz ne soğukkanlı, düşünceli, nasıl da sağduyulu, "Bu onların parası… Allah'ın huzurunda hesap vereceğiz. Kimsenin hakkı üzerimizde kalmayacak!" diye batırılan bankayı devlete kambur bırakmayıp; yıldan yıla sağlığınızı, hayatınızı vererek borç ödediniz; ödeniyor. Yazdığımız, yazmak istediğimiz, yazamadığımız, içimizde sakladığımız, satır arası fısıltılarımız o kadar çok ki… Hepsini birleştirip 'suskunlukla' dua edip Allah'a sığınıyoruz!
Boğazım düğümlü, gözlerim yanarak, burnum sızlarken, vücudum titreyip, mide ağrıları içinde ancak şu kadar cümle kurabiliyorum, "Siz merhamet saçtınız; fakat Mücahit Ören Ağabey'in adaleti ile herkes sizi ve iyiliğinizi sonunda anlayacak." Biz ise, dediğiniz gibi; "el mer'u mea men ehabbe." Sizi seviyoruz ve İnşallah, hep beraber olacağız.
Size 'bey' diyorlar, "iş adamı"; hatta "patron" diyenler bile oldu; biliyor musunuz Enver Ağabey! Biz, sizden öğrendik "bey" demenin soğukluğunu; garip geliyor, samimiyetsiz zannediyoruz. Keşke biraz patronluk yapsaydınız da; sizi tanıdıktan sonra tanıdıklarımıza 'insan' demeye dilimiz gitseydi...
Yeni doğmuş bir çocuğun savunmasızlığı, çaresizliğiyle muhtaçken size…
Ya da bir dedenin torununa karşılıksız, nispetsiz bağlılığıyla tabiiyken varlığınıza… Yokluğunuzla Ağabey, 'dünya boşalmış da bir biz kalmışız' gibi korkulu geliyor artık her yer, herkes, her şey… Kalbimize uyku girmiyor; sabah da olmuyor Enver Ağabey…
Biz sizden öğrendik mahbubiyyeti, mazlumiyyeti, mahcubiyyeti, mahzuniyyeti. 'Tevazu' ne demek siz öğrettiniz. Yardımseverliğin ömrünü yazdınız 'el yazınız ile...'
Hatıralar, anlatılanlar uçuşuyor zihnimde, göz yaşlarım durmuyor yatağında! ...ki, sinemde tutmak için, düşmesinler diye 'seferberlik' ilan ettim. Sanki akan her bir damla, sizden biraz daha uzaklaştıracak beni, tüketecekmişim gibi sizi...
Siz bir çınar, biz dallarına tünemiş serçelerdik. Siz bir dağ, biz eteğinizdeki filizlerdik. Siz gürül gürül akan bir ırmak, biz kıyınızdaki sığ akıntılardık. Ağaçlar kurudu, dağlar devrildi; çağlayanlar çekildi sanki… 'Biçare gönül' ne dediğini bilmiyor; kırıştırmayın alnınızı, çatmayınız kaşlarınızı Enver Ağabey... Gittiğinizdendir yıkılmış gibi asuman, sığamıyoruz işte dünyaya… Bize kalan acıyı düşününce, 'Peygamber Efendimizi' kaybeden Eshab-ı Kirâm'ın çektiği hicranla mukayese edince, düşüncelerimi derleyip topluyorum.
Ne kadar aciz, nasıl da çaresizmişiz… Aslında ne mukaddes, nasıl muazzezmişsiniz. Nabzınız, kabir taşında atmaya başlayınca tekrar anladık: Bizi muhatap kabul etmişsiniz…
Sizden sonra gördüğüm Ağabey, dakikalarca bakakaldığım o fotoğraf; yüreğimi eritip kan akıttı gözlerimden… Bize daima gülen, güler yüzü ile bakan siz; aslında o dökülen yaprakların manevi, ilahi sırdaşlığında, oturduğunuz tahta sıradaki gibi çok yalnızmışsınız Ağabey! Biz sağlığınıza, varlığınıza duacı… İlahi takdir, makber-i huzur için duacı biz… Ama bu fotoğraf sinemi ağrıtıyor Enver Ağabey. Bir başka fotoğrafta ise; kızarmış, buğulanmış gözleriniz, nemlenmiş yüzünüz... Elinizi sağ yanağınızla birleştirirken, baktığınız o uzakta ne görüyor, kalbinizden ne geçiyordu kim bilir! Siz terk ettiğinizden beri can, biz kaldık bigüman!
Duayı ağzımıza veren ağzımızı duaya çeviren Allah'ın izniyle; dilimiz varsa, yüreğimiz yetse de, "İnsanlara anlayabilecekleri lisanda, sizi anlatabilsek. Tanımıyorlar; bilmiyorlar."
Kendi içimizde, kendi kendimize 'kâr-zarar ortaklığı'na "peki" diyenlerin, kazanç için razı olup, kayıpta rızasız olmalarının riyasına iltica ederken biz, "İnsanların endazesi yok" diye iç çekerken; siz ne soğukkanlı, düşünceli, nasıl da sağduyulu, "Bu onların parası… Allah'ın huzurunda hesap vereceğiz. Kimsenin hakkı üzerimizde kalmayacak!" diye batırılan bankayı devlete kambur bırakmayıp; yıldan yıla sağlığınızı, hayatınızı vererek borç ödediniz; ödeniyor. Yazdığımız, yazmak istediğimiz, yazamadığımız, içimizde sakladığımız, satır arası fısıltılarımız o kadar çok ki… Hepsini birleştirip 'suskunlukla' dua edip Allah'a sığınıyoruz!
Boğazım düğümlü, gözlerim yanarak, burnum sızlarken, vücudum titreyip, mide ağrıları içinde ancak şu kadar cümle kurabiliyorum, "Siz merhamet saçtınız; fakat Mücahit Ören Ağabey'in adaleti ile herkes sizi ve iyiliğinizi sonunda anlayacak." Biz ise, dediğiniz gibi; "el mer'u mea men ehabbe." Sizi seviyoruz ve İnşallah, hep beraber olacağız.