Cennetten bir bahçe Mescid-iNebî

Ebû Hüreyre'nin haber verdiği bir hadîs-i şerîfte, "Mescidimi Yemen'deki San'â şehrine kadar genişletseler, hepsi mescidim olur" buyuruldu. Mescid-i Nebî'de bir namâz, başka yerlerdeki bin namâzdan dahâ üstündür. Oruç, sadaka, zikir ve Kur'ân-ı kerîm okumak gibi ibâdetler de böyledir.
Efendimiz'inizinde-20M. SAİD ARVAS yazıyormsarvas@ihlas.net.tr Şanlı hicretin ardından Medineliler Efendimizi âdeta bağırlarına basarlar. Kimin evinde yemek pişse bir miktar ayırır, getirip Halid bin Zeyd'in kapısını çalar. Kutlu misafirin sofrasını kah tirit, herise, kâh hurma ve pekmezle donatırlar. Serveri Kâinat da lokmalarını paylaşır. Şuradan otuz kişi çağırınız buyururlar, gelenler doyar ama yemekler artar, sonra altmış gelir, sonra doksan. Bir defasında aynı sofraya tam 180 kişi oturup kalkar. FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINEfendimiz soğanlı sarımsaklı yemez ama yiyene de karışmazlar. Medine'de eşyaları yoktur, Es'ad bin Zürâre bir 'serir' yollar. Ağaçtan yapılmıştır, araları keten lifleriyle örülmüş, üzerine bir hasır atılmıştır. Vefatlarına kadar onu kullanırlar. Hatta onun üzerinde yıkanıp kefenlenirler, musalla vazifesi de yapar. Hazret-i Ebu Bekir ve Ömer'in cenazeleri de onun üzerinden kalkar. Halk ölülerini taşımak için teberrüken istemeye başlar. Fahr-i âlem Eba Eyyûb Ensari'nin evinde 7 ay misafir kalır, kutlu hane feyz ve bereket ile dolup taşar. Ta ki Cebrail Aleyhisselam gelip, "bir ev ve mescid yapın" emrini getirinceye kadar. Biliyorsunuz Hicret günü devenin çöktüğü arsa satın alınmıştır. Burada harabeler, sahipsiz mezarlar vardır. Zemini düzeltir, kemikleri toplayıp bir kabre bırakırlar. Efendimiz mescid inşaatında ensar ve muhacirle omuz omuza çalışır. Kucağındaki taşı almaya kalkan bir gence "sen de git başkasını al" buyururlar. Efendimiz ilk taşı koyduktan sonra "Ebu Bekir taşını taşımın yanına koysun, Ömer taşını Ebu Bekir'in taşı yanına koysun. Osman taşını Ömer'in taşı yanına koysun... Bunlar benden sonra halifelerdir" buyururlar. Üç zra derinliğinde temel kazılır, zemine kadar taş örülür, kerpiç dilimleri bir enlemesine bir boylamasına dizilir ve çamur ile sıvanır.. Mescidin üç kapısı vardır, eşikleri taştandır. Kıble cihetine direkler dikilir, üstü hurma dalları ile kapatılır. Efendimiz yağışlı bir gecenin sabahında secdeye kapandıklarında toprak izi görünür mübarek alınlarında. Müminlerden biri eteğinde kum getirir yayar, çok memnun olurlar. Resûlullah ve Eshâb-ı kirâm, na'lınlarını temiz tutar, namazlarını nalın-ı şerifleri ile kılarlar. Resul-i Ekrem Medine'de selâmı, müsafahayı yayar, yemek yedirmeyi ve akrabayı ziyareti tavsiye buyururlar. Ve her vesile ile namazı anlatırlar. Efendimiz önceleri hutbelerini bir hurma kütüğüne (hannane) dayanıp okurlar, sonra üç basamaklı bir minber yapılır. Minberin kullanıldığı ilk Cuma, hurma kütüğü, yavrusundan ayrılmış deve sesiyle ağlamaya başlar, Fahr-i Kâinat minberden inip onu kucaklar, hıçkırıkları azalır ve susar. (Halen kullanılmakta olan minber Osmanlı'dan yadigârdır. 4. Murat Hanlı yıllardan.) Mescidin doğusunda Ezvacı tahirat için odacıklar yapılır ki hücre denmelidir onlara. Kalkınca başları hurma dallarına dokunur, yatınca ayakları değer duvara. Üstleri siyah çul ile örtülmüştür, kapı yerine bir çul daha. Önceleri mescitte aydınlanmak için ateş yakarlar. Temim-üddari bir sefer dönüşü yanında getirdiği kandilleri direklere asar. Yağ, fitil işini uşağı Fetih'e ısmarlar. Kandil ışığı elbette daha parlaktır. Efendimiz "Allah da seni dünyada ve ahirette nurlandırsın" diye dua eder, Fetih'e, "Sirac" (nur, ışık, kandil) adıyla hitap buyururlar.Ezanı umumiyetle Hazret-i Bilal okur, kameti Abdullah İbn Ümmi Mektum getirir. Ümmi Mektum âmâdır. Vaktin gelip gelmediğini yanındakilere sorar. Mescidin kuzey duvarına bir sundurma çakılır, burada evi barkı olmayan genç sahabiler kalırlar. Eshab-ı Suffa adıyla anılırlar, sayıları bazen sekseni aşar. Gündüzleri su taşır, odun toplar, alır satar, maişetlerini çıkarırlar. Geceleri ders ve ibadetle meşgul olurlar. İlim ve hal ehlidirler, yabancı kabileler muallim istediklerinde onlar yollanırlar. Müminler önceleri Beyt-i Mukaddese dönerek namaz kılarlar. Yahudiler "ne acayib, dinleri bizden ayrı, kıbleleri bizim gibi" diye fısıldaşırlar. Bedr gazâsından iki ay evvel bir öğle namazı rükuda vahiy gelir, Efendimiz Kabe-i muazzamaya yönelir, cemaati de ona uyar. İşte o mescid iki kıbleli (Mescid-i Kıbleteyn) adıyla anılmaktadır hâlâ. O günlerde Mescid-i se'âdetin, eni 60 zrâ [25 metre], boyu 70 zrâdır [29 metre]. Kıblenin Kâ'be cihetine tahvîli emr olununca, kapı şimâl duvarına alınır, eski kapının yeri mihrap yapılır. Mescidin tûlü ve arzı yüzer zrâya [42 metre] çıkarılır. HAYATIN İÇİNDE Mescid-i Nebî bir nevi devlet merkezidir, Efendimiz istişarelerini burada yapar, elçileri burada karşılar, anlaşmazlıkları hükme bağlar. Aynı zamanda mekteptir, talipler okuma yazma öğrenir ve dini ilimlere yelken açarlar. (Fotoğraflar: İrfan Özfatura)MÜMİNLERİN GÖZ BEBEĞİ Sultanlar hademe oldular... "Mâ beyne beytî ve minberî ravdatün min riyadi- cenneh" (Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir). Müminler katlana katlana artar, mescid yetmemeye başlar. Hazret-i Ömer halifelik yıllarında Mescid-i Nebî'nin sınırlarını genişletir. Hazret-i Osman hem genişletir, hem de alışılmışın dışında nakışlı taşlar kullanır. Çatısını tahta ile kapatır. Halife Velid bin Abdülmelik mescidin imarı işini Medine Emiri Ömer bin Abdülaziz'e bırakır. Rum imparatorundan mimar istenir (H 88), Mısır'dan, Anadolu'dan ustalar çağrılır. Dört duvar da yıkılır, şark tarafındaki Zevcât-ı tâhirât odaları mescide katılır. Mescidin boyu 126, eni de 76 metreye ulaşır. İlk defa yontma taş ve kireç kullanılmış, duvarlar nakışlı mermerlerle kaplanmıştır. Çatıyı taş sütunlar taşımaktadır, sütun başları ve ahşaplar itina ile yaldızlanır. İmarı üç sene sürer, dört minâresi ile farklı bir siluet kazanır. Tavana kırk deve yükü füseyfisa (renkli tepe camı) yerleştirilir, kandiller asılır. Hucre-i se'âdet de silbaştan yapılır. Temel açılırken Hazreti Ömer'in bir ayağı görülür, ki adeta canlıdır. Hücrenin etrâfı ikinci bir duvar ile çevrilir. Kapı konmaz, artık girilmez ve çıkılmaz. O yıllarda Mescid-i Nebînin beş kapısı vardır. Bâbüsselâm, Bâbürrahme, Bâbül Cibrîl gibi. Abbâsî halîfesi Mehdî de (H 165) mescidi elden geçirtir. Şimâl tarafına on direk diktirir. Yine Halîfe Me'mûn mescidi bir miktar genişletir (H 202). Cemâleddîn-i İsfehânî, ikinci duvar etrâfına sandal ağacından bir parmaklık (Şebeke-i se'âdet) yaptırır. Mısır'dan gönderilen ve üzerinde kırmızı ibrişim ile Yasîn sûresi yazılan ipek perdeyi (Sitare) gerdirir (H.550). En-Nasır Lidinillah, Resulullah Efendimizin elbisesini seccadesini, Bürde-i saadeti, sancaklarını ve evraklarını mescidin sahnına yaptırdığı kubbeli odaya kaldırır (H 576).Abbasîler'den el-Mu'tasım, Mısır Türkmen Sultânı Seyfeddîn Sâlih Klavûn, Sultan Baybars da tamir ve bakım yaptırır. Eşref Kayıtbay, mescidin üzerini kubbelerle donatır. Ravza-ı Mutahhara'nın duvarları üzerine de kubbe oturtur. Mihrap, renkli mermerler ile süslenir. Rahmet kapısının yanına Medrese-i Mahmudiye adıyla bir medrese açılır. Osmanlılar Mescid-i Nebevî'ye gözleri gibi bakar. I. Mahmud Han, Ravza-ı Mutahhara'nın üzerindeki kubbeyi yeniler ve koyu yeşile boyar. Ki o günden beri Kubbetu'l-Hadra (yeşil kubbe) adıyla anılmaktadır. Ola ki yıkılır, kubbeye ziyan verir diye minareye hafifçe dışa yatık yaptırır. Mısır valisi Mehmed Ali Paşa da Mescid-i Nebevi'nin tamir ve bakımlarını aksatmaz. Mescit, Abdülmecid Han tarafından âdeta yeniden inşa edilir. Osmanlı ustaları, Akik vadisindeki Hedab kayalıklarından sütunlar keser, mescidi kapatmadan peyderpey inşa ederler. Bir kısmını yıkıp yeniden yaparken diğer kısmı ibadete açık tutarlar. Taşlar şehrin dışında yontulur. İçeride çekiçlere keçe sararlar. Usta bir şey lazım olunca "Lailahe illallah" deyip gösterir, çırak "Muhammed ün Resulullah" deyip uzatır. Asla dünya kelamı konuşmazlar. İnşaat ancak oniki yılda tamamlanır. Efendimiz "Mâ beyne beytî ve minberî ravdatün min riyadi- cenneh" buyurmuşlar (Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir).Gibisi yok. Öyledir. Biri "cennete gittim, hanımım boş olsun ki doğru söylüyorum" dese şer'an boş sayılmaz. Kesin cennettir, tereddüde mahal olmaz.YARIN: KABRİMİ ZİYARET EDENE ŞEFAATİM VACİP OLDU