Halime-i Sa'diye

Halime-i Sa'diye
RAMAZAN MAKALE 2012 Haberleri

KUREYŞ eşrafı yeni doğan çocuklarını süt annelere verirler. Onları alır, havası güzel, suyu serin yaylalarda yetiştirirler. Bu yüzden vücudları kavi, cildleri pürüzsüz olur. BU kabileler cesaretleri, cömertlikleri ve lisan-ı Arabiye vukufiyetleri ile tanınırlar. Süt çocukları da mertliği, cömertliği, fasih ve beliğ konuşmayı öğrenirler.

Efendimiz'inizinde-8M. SAİD ARVAS yazıyormsarvas@ihlas.net.tr Hazret-i Halîme anlatır: Kabîlemden bir grup kadınla sütanneliği yapmak için Mekke'ye doğru yola çıktık. Kocam Haris de yanımdaydı. Bir za'îf merkebimiz ve memeleri kurumuş bir devemiz vardı. Aslında benim de sütüm azdı. Oğlum Abdullah (Damra) doymaz geceleri ağlardı. Merkebimiz ağır aksak yürüdüğü için Mekke'ye geç geldik ki vardığımızda paralı ailelerin çocukları çoktan kapışılmışlardı. Abdülmuttalib ise torununu emzirtecek kadın bulamamıştı, zira yetim çocuklar cazip değildi, dişe dokunur bir ücret alamayacaklardı. Bana da teklif etti, kocama danıştım, "bana sorarsan eli boş dönmeyelim" dedi, "belki bu çocuk yüzünden Allahü teâlâ bize bolluk bereket verir!"Abdülmuttalib'e "tamam kabul ediyorum" dedim, nasıl da sevindi. Âmine Hâtun beni hoş karşıladı. "Biliyor musun, üç gece önce bir kimse geldi, oğlunun süt annesini Benî Sa'd kabîlesinden Züveyb oğullarından seç dedi."Tuhaf dedim, beni tarif ediyordu sanki. Muhammed "sallallahü aleyhi ve sellem" yeşil bir ipek üzerinde uyuyordu, beyâz yünden bir kundağa sarılmıştı, yaklaştım mis gibi kokuyordu. O anda kalbim akıverdi, hayran olmuştum, gözümü alamıyordum, uyandırsam ama nasıl kıyılırdı?Elimi sînesi üzerine koydum kirpikleri aralandı, bana baktı, gülümsedi. Gözlerinden çıkan nûr semâya yükseldi. Hemen yüzünü örttüm, bunu annesinden bile gizledim. Onu kucaklayıp sağ mememi verdim emdi, sol mememi verdim, almadı. O günden sonra sol taraf Abdullah'a kaldı. Hazret-i Muhammedi emzirmeye başlayınca, sütüm çoğaldı, oğlum da doymaya başladı. Devemizin memeleri de sütle doldu, kaplarımız doldu taştı. Sa'd yurduna giderken merkebe bindim. Nurlu emaneti önüme aldım. Merkep Kâ'be'ye doğru secde etti. Yola koyuldu. Nasıl güçlendi, nasıl hızlandı anlatamam, kafile gerimizde kaldı. Konakladığımız menziller yeşeriyor, dallar körpe filizlerle donanıyorlardı. Yerimize yurdumuza vardık elle tutulan gözle görünen bir bolluk yaşıyorduk. Komşularımız çobanlarına, "Ebû Züveybin koyunları niye semîz ve sütlü de bizimkiler cılız. Siz de koyunlarınızı onların otlattığı yerde otlatsanız ya" diyorlardı.Kocam: Ey Halîme! Allahü teâlâ bize ihsânda bulundu. Bütün bunlar, yanımıza almakla şereflendiğimiz se'âdetli yavrunun bereketi. İnan bana Mekke'den bizden mutlu dönen olmadı. Muhammed Aleyhisselam hızla gelişti, iki aylık iken oturur ve emeklerdi. Üç aylık iken ayakta durdu. Altı aylık iken seri yürüdü, Yedi aylık iken koşardı. Sekiz aylık iken berrak bir şekilde konuşmaya başladı. Bir keresinde "Allahü Ekber, Allahü Ekber, Elhamdülillahi Rabbil âlemîn" demişti de duyanlar şaşmış kalmışlardı. Dokuz aylıkken karşılıklı oturup konuşurduk, on aylık iken çocuklarla oynardı, pek de güzel ok atardı. Gündüz ve gece bir def'a tebevvül ederdi, muayyen vakti vardı. Üstünü asla kirletmez, beni üzmez, yormazdı. Sütten kesilince alıp Mekke'ye götürdüm. Onsuz neşemiz azalacak, evimiz ocağımız boşalacaktı. Çok özleyecektim, dayanamayacaktım.Ki o yıl Mekke'nin havası aşırı sıcaktı, vebâ salgını vardı. Biraz dahâ yanımızda kalması için annesine yalvardım, müsâade etti, bize dünyaları bağışladı.Bir gün Habeş Nasrânîleri ile karşılaştık. Muhammede dikkatli dikkatli baktılar. Sırtında iki küreği arasındaki nübüvvet mührünü gördüler, Mubârek gözlerinin kırmızılığı dikkatlerini çekti. Sordular "Senin bu oğlun göz ağrısından şikâyet eder mi?" -Hâyır, o kırmızılık bildim bileli vardır. -Ne kadar mal istersen verelim, hatta dile canımızı fedâ edelim, izin buyur bu çocuğu Habeşistan'a götürelim. Onun şanı yüce olacak, o ahir zaman nebisidir. Onlardan korkmuştum, o gece gözüme uyku girmedi. Bir ara ise Yahudiler geldi, anladığım kadarıyla niyetleri hiç iyi değildi. "Bu yetim midir" diye sordular, "hayır babası var" dedim, "ha o zaman aradığımız değil" deyip döndüler geri. Muhammed aleyhisselâm üç yaşına girince, süt kardeşleriyle koyun otlatırdı. Elinde sopa neşeyle gider, akşam şen şakrak dönerdi. Sıcak havalarda yollamak istemezdim. Kızım Şeymâ, "anne, üzülme, onu bir bulut gölgeliyor" derdi. Bir gün yine koyun otlatmaya gitmişlerdi. Damra ağlayarak geldi. "Annecim annecim, Kureyşli kardeşim!" -Ne oldu? -Oynuyorduk, biri onu aramızdan aldı, bıçakla karnını yardı. Kocam Ebû Züveyb ile birlikte koşarak dağa çıktık. Muhammed'i "sallallahü aleyhi ve sellem" bulduk, mübârek yüzü kızarmıştı, gök yüzüne doğru bakmaktaydı. Yanına oturup alnından öptüm "cânım yavrum ne oldu sana? "- Üç kişi geldi. Birinin elinde gümüşten bir ibrik, birinin elinde içi karla dolu zümrüt leğen vardı. Onlardan biri beni lutf ile okşadı ve göğsümü göbeğime kadar yardı. Bakıyor ama acı duymuyordum. Elini göğsüme sokup, yüreğimi çıkardı. İçinden siyâh bir pıhtıyı attı. Dedi ki, bu şeytânın te'sîr edebileceği bir parça idi, Allahü teâlânın emriyle seni ondan temizledik."Sonra yüreğimi yerine koydu. Üçüncü kişi elini yaklaştırdı ve göğsüm kapandı. ("İnşirah" suresi nazil olduğu zaman, sahabeler "Elem neşrahleke sadrek" âyet-i kerimesinin mânâsını sordular. Peygamber Efendimiz (Sallalahü aleyhi ve sellem) hadiseyi anlattı. Resul-i Ekremin sadrı vahyin nüzulünden önce Hira mağarasında ve Miraçlarından önce Mekke'de olmak üzere iki defa daha yarıldı, kalbi arındırıldı. )Halime-i Sa'diye Halime-i Sa'diye EMANETİ YERİNE... Muhammedin "sallallahü aleyhi ve sellem" hâlleri komşularımıza garip geliyordu. Bana çocuğu bir kâhine götür dediler, belki cinnîlerin te'sîrinde kalmıştır. Onu bir kâhine götürdüm. Adeta yerinden fırladı: "Ey Arablar! Bu çocuk yeni bir din getirecek, onu öldürünüz" diye avaz avaz bağırmaya başladı.Muhammed'i elinden çekip aldım. "Deli mi ne" dedim, "asıl seni baktırmak lâzım!"Ancak bu hâdiselerden sonra endişem arttı. Emaneti sağ salim sahibine teslim edememekten korkmaya başladım. Acilen yola çıktım. Mekke'nin yukarı mahallelerine gelmiştim. Muhammed'i birilerine emanet edip abdesthane aradım. Kulağıma korkulu sesler gelince döndüm. Ama onu yerinde bulamadım. Ağlayıp feryâd ettim, sağa sola koşturdum. Herkese sordum. İhtiyarın biri benimle gel dedi, gittim. Hubel'e methiyeler dizdi, puttan yardım diledi. Sonra bana sordu oğlunun adı neydi?-Muhammed!Bu güzel ismi söyler söylemez putlar yüzüstü devrildi. Çaresiz Abdülmuttalib'in yanına vardım, olanı biteni anlattım. Kılıcını kuşandı, adamlarını, akrabalarını sağa sola çıkardı ama bulamadılar. Abdülmuttalib Kâ'be-i şerife geldi, yedi kerre tavâf etti ve ellerini açıp Allah'a yalvardı "Muhammed Tihâme vâdîsinde filan ağacın altındadır" diye bir nida işittik. Vâdîye koştuk, onu ağacın altında yapraklarla oynarken bulduk. Abdülmuttalib sordu: Ey evlâdım sen kimsin? -Muhammed bin Abdüllah bin Abdülmuttalibim!Dedesi torununa hasretle sarıldı, 20 deve ve hayli davar kesip fukaraya dağıttı.*Halime Hatun zaman zaman Mekke'ye gelirdi. Efendimiz "benim annem, benim annem" der, oturması için atkısını yere sererdi.Efendimizin evlendiği sene Beni Sa'd yurdunda ciddi bir kıtlık yaşanmıştı, ellerinde avuçlarında bir şey kalmamıştı. Serveri âlem süt annelerini düğüne çağırdılar. Halime Validemiz davete icabet etti. Hazreti Hatice onu çok sevdi. Ayrılırken kırk koyun ile güzel bir deve verdi. Efendimiz İslamiyeti tebliğ edince Halime annemiz de Müslümanlara katıldı. O zaten evvelce de inanmıştı. Hayberin fethedildiği günlerde Halime Validemizin kız kardeşi geldi. Efendimiz için çökelek yapmış getirmişti. Fahr-i âlem annelerini sordular. Söylemesi zor ama dedi "O vefat etti!"YARIN: EBÛ TALİB'İN YANINDA
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...