Kalk zemzemi çıkar!

O öyle bir sudur ki, hiç kesilmez. Susuzları kandırır, açları doyurur, hastalara şifa olur. Kâbe yakınlarına alaca kanatlı bir karga gelecek, yeri gagalayacak. Bakacaksın karınca yuvası. İşte orada. Benî Zühre kabilesinin büyüğü Vehb bin Abd-i Menâf'ın kızı Âmine zarafeti, ahlâkı, şefkâti ile tanınır ki "Kureyş'in seyyidesi" diye anılır halk arasında... Olgundur, bilgedir, henüz 14 yaşındadır daha.
lt;b gt;Efendimiz'inizinde-6M. SAİD ARVAS yazıyor
msarvas@ihlas.net.tr lt;/b gt;
lt;b gt;O öyle bir sudur ki, hiç kesilmez. Susuzları kandırır, açları doyurur, hastalara şifa olur. Kâbe yakınlarına alaca kanatlı bir karga gelecek, yeri gagalayacak. Bakacaksın karınca yuvası. İşte orada. Benî Zühre kabilesinin büyüğü Vehb bin Abd-i Menâf'ın kızı Âmine zarafeti, ahlâkı, şefkâti ile tanınır ki "Kureyş'in seyyidesi" diye anılır halk arasında... Olgundur, bilgedir, henüz 14 yaşındadır daha. lt;/b gt;
lt;b gt;KUYUDAN, MUSLUKTAN BİDONDAN... lt;/b gt;
I. Abdülhamîd Hân zemzem kuyusu üzerine sanatlı bir taş bilezik, onun üstüne şirin bir şebeke ve daha üstüne zarif odacık yaptırmıştı. O zamanlar kova sallarlardı. Günümüzde musluklarla ve hususi bidonlarla sunuluyor.
Abdülmuttalib sıcak bir yaz günü. Kâbe'ye bitişik odasında uyumaktadır.
"Kalk, Tayyibe'yi kaz" derler, rüyasında.
-Tayyibe de ne?
Cevap alamadan uyanır.
Ertesi gün, aynı yerde dalmıştır. Yine o ses: "Kalk, Berre'yi kaz."
-Berre nedir ki?
Bir sonraki gün. Aynı yer, aynı ses "Kalk! Mednûne'yi kaz."
Dördüncü gün yine uykuya yatmıştır ki emr gelir: "Kalk! Zemzem'i kaz!"
Zemzemi duymuşluğu vardır da, nerededir acaba?
-O öyle bir sudur ki, hiç kesilmez. Susuzları kandırır, açları doyurur, hastalara şifa olur. Kâbe-i şerifin yakınlarına alaca kanatlı bir karga gelecek, yeri gagalayacak. Bakacaksın karınca yuvası. İşte orada."
Uyanır, denildiği gibi karga gelip yere vurur, karınca yuvasını bulur.
Yıllar evvel Cürhümîler hadlerini aşmış, Mekke halkına zulme başlamışlardır. İsmailoğulları da gayrete gelip kılıçlarına sarılırlar. Cürhümîler korkar, kaçarken Kâbe'nin mallarını Zemzem kuyusuna atar, üstünü kapatırlar.
Hazret-i Abdülmuttalib, oğlu Hâris ile tarif edilen yeri kazmaya başlar. Çok geçmeden kuyunun duvar taşları açığa çıkar.
Kureyşliler gelir, başlarına dikilirler, "Hayır! putlarımızın yanını eşmenize razı değiliz!"
-Ama burası Zemzem kuyusu.
-O zaman birlikte kazalım biz de ortak olalım.
Gerginlik artar Şam'a gitme kararı alırlar. Orada bir bilge vardır hakem yapacaktırlar.
Sıcak bir günde yola çıkarlar, hararet görülmedik şekilde artar, kırbaları kurur, canlarının derdine düşer, telaşlanırlar. Tam ümitleri kesilmiştir ki Abdülmuttalib'in devesi taşa takılır, altından serin ve berrak bir su sızar. Eşelerler, pırıl pırıl bir pınar. Doya doya içer, suya kanarlar. Muhatapları ellerini vicdanına koyar, "tamam kuyuyu sen kaz" derler "işaret ortada!"
Abdülmuttalib oğlu Haris ile tekrar işe başlar. Sadece baba ve oğul, bir başlarına...
Bir ara "ah" der "10 oğlum olsaydı da birini İsmail gibi kurban etseydim Allaha!"
Neyse zemzem görünür. Kuyudan kılıçlar, kalkanlar ve bir de altın ceylan çıkar.
Kureyşlileri yine hırs basar, gelir musallat olurlar. Yok, kuyuda bizim de hakkımız var!
Abdülmuttalib "gelin kura atalım"der, siz, biz ve Kâbe... Kime ne düşerse..."
Altın Ceylan Kâbe-i şerife düşer, silahlar Hazret-i Abdülmuttalib'e. Kureyşliler bir şey alamazlar.
Abdülmuttalib silahları da satar, yine Kabe'ye harcar. (Bir rivayete göre dövdürüp Beytullaha kapı yapar)
İşte o günden sonra Mekke'de itibarı artar.
On oğlu olur (Haris, Ebu Leheb, Hacil, Mukevvim, Dirar, Zubeyr, Ebu Talib, Abdullah, Hamza ve Abbas) ve altı kızı (Safiye, Atike, Beydâ, Berre, Vâhime, Erva).
Abdülmuttalib çocukları içinde en çok Abdullah'ı sever nur-i Muhammedi onun alnındadır zira.
Aradan yıllar geçer, çocuklarını toplar "benim böyle böyle bir nezrim var, birinizi kurban edeceğim. Kura atacağız, kimi tutarsa..."
Kabe kapısında itikafa duran bir ihtiyar vardır ona attırırlar. Abdullah çıkar.
Abdullahın anne tarafı (Benî Mahzum oğulları) itiraz eder, "biz buna razı değiliz" derler "Abdullah surette de sirette de farklı bir gençtir. Mekke'de onun gibi fasih ve beliğ konuşan bulunmaz. Hem siz bunu yaparsanız, âdet olacak."
Hicaz'da Şüca isimli yaşlı bir âlim vardır. Abdülmuttalib ona gider, akıl sorar.
-Sizde bir insanın diyeti nedir?
-10 deve
Öyleyse tamam, deve ile Abdullah arasında kura at. Develer çıkarsa kesersin, çocuğa çıkarsa on arttır, bir daha...
Atarlar Abdullah'a çıkar...
Atarlar Abdullah'a çıkar...
Dokuzuncu defa develeri tutar ki sayı 100 olmuştur bu arada.
Ondan sonra ki bütün kuralar develere çıkar, Abdülmuttalib'in kalbi mutmain olur, içi rahatlar.
İşte o gün itibarı ile insanın diyeti 100 deve olur, Araplar arasında.
Abdülmuttalib, yüz deveyi Safa ile Merve arasına yatırır. Keser dağıtır, sadece fakir fukara değil, kurt kuş da doyar.
100 deve ciddi bir servettir. Bu arada Ümmül Kitâl adında mal ve cemâl sahibi bir kadın Abdullah'ın önüne çıkar "beni al" der "100 deve veririm sana. Masrafınız karşılanmış olur bu arada!"
Abdullah iffetli bir gençtir, utanır, sıkılır, oradan ayrılır.
Amine validemizle evlendikten sonra aynı Ümmül Kital ile karşılaşacak, ilgisizliğine şaşacaktır. Hatta soracaktır ne oldu, ne bu hal, bu tavırlar?
-Ben alnındaki nura vurulmuştum. Görüyorum ki o senden gitmiş. Demek ki nasip değilmiş.
*
Şam hakiminin kerimesi Fatıma ise semavi kitaplara vakıf bir kızdır, adı güzel Muhammed'in muhabbetiyle tutuşmaktadır. Mekke'ye gelir. Bir av dönüşü çadırının önünden geçen Abdullah'ı tanır, alnındaki nuru görür heyecanlanır. Benimle evlenir misin diye yalvarır.
-Ama ben Âmine ile evlendim.
-Olsun beni de al!
-Babama sormam lâzım.
Abdullah müsait bir vakitte Fatıma'nın teklifini babası Abdülmuttalib'e aktarır. Babası münasip bulur "olur, gerekeni yapalım!"
Bu arada nur Amine annemize intikal eder.
Abdullah, Fatıma'nın yanına gelir, "tamam" der "evlenebiliriz, biz hazırız!"
Fatıma acı acı güler. "Ben kainatın efendisine anne olmak istemiştim, bu uğurda çok yol kat'ettim, çok zahmet çektim ama muradıma erişemedim. O nur artık sende değil, demek ki Amine daha lâyıkmış. Allahü teâlâ neşenizi daim eylesin, şen ve şâdân kalın!"
Fatıma Şam'a dönecek ve ömrünün sonuna kadar buruk mahzun yaşayacaktır...
lt;b gt;ÇOĞALIR AZALMAZ lt;/b gt;
Zemzem kuyusu zeminde gördüğünüz dairenin altındadır. İki buçuk metre kutrunda (genişliğinde) ve otuz metre umkundadır (derinliğinde) ama milyonlara yeter artar.
lt;font color="#0066cc" size="+0" gt; lt;b gt;EN ŞANSLI ANNE: ÂMİNE lt;/b gt; lt;/font gt;
Hazret-i Abdullah evlilik çağına geldiğinde babası Abdülmuttalib kız aramaya başlar. Onu asil, iffetli, şerefli bir kızla evlendirmeli, en güzide anneyi seçmelidir torununa.
İlk aklına gelen Benî Zühre kabilesinin büyüğü Vehb bin Abd-i Menâf'ın kızı Âmine olur.
Âmine ahlâkı, şefkâti ile tanınır ki "Kureyş'in seyyidesi" diye anılmaktadır halk arasında... Olgundur, bilgedir, henüz 14 yaşındadır daha.
Babasından isterler. Vehb, büyük bir memnuniyet kabul eder, "Ey amcamoğlu! Biliyor musun, bu gece rüyâmda dedemiz İbrahim'i (Aleyhisselam) gördüm. Bana, 'Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'la kızın Âmine'nin nikâhlarını kıydım" buyurdular, "sen de kabul et, onları hürmetle karşıla!" Sabahtan beri tesiri altındaydım. Kendi kendime soruyordum 'ne zaman gelecekler acaba?'
- Subhanallah
Muhammed aleyhisselâmın nûru, Âmine vâlidemize intikâl edince, putlar yüzüstü devrilir, melekler İblîsin tahtını parçalayıp, denize atarlar. İblîs Ebû Kubeys Dağının üzerine çıkıp öyle bir feryâd eder ki orduları gelip etrâfında toplanırlar. Onlara; "Vay sizin hâlinize" der, "Muhammed'in (aleyhisselâm) doğması yaklaştı. Bundan sonra tevhîd nûru âleme yayılır, Lat ve Uzzaya tapılmaz!"
O gece büyücüler, kâhinler âciz kalırlar. Kehânetleri sona erer, sihirleri tutmaz.
Hazret-i Âmine, hâmileliği esnasında hiç bir sıkıntı yaşamaz. Yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Server, Rebî'ül-evvel ayının onikisinde pazartesi gecesi dünyâyı şereflendirir.
Efendimizin halası Safiyye Hâtun anlatır: Aminenin ebesi idim. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) doğar doğmaz secde etti. Sonra başını kaldırıp, fasîh bir lisânla "Lâ ilâhe illallah innî Resûlullah" dedi. nûru o kadar parlaktı ki kandilin ışığı gölgelendi. Yıkamak istedim, "zahmet etme, biz Onu yıkadık" diye bir ses işittim. Göbeği kesilmişti, sünnetliydi. Kundaklarken sırtında mühr-i nübüvveti gördüm. "Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah" yazılı idi.
lt;b gt;YARIN: SEN MİSİN KABE'YE SALDIRAN? lt;/b gt;