Doğu Akdeniz'de şeytan üçgeni! Elebaşları İsrail, hedefleri "Türkiye'yi engellemek"
Lübnan yönetiminin Rumlarla imzaladığı münhasır bölge anlaşması, tartışmaları da beraberinde getirdi. Anlaşmayı gazetemize değerlendiren uzmanlar bu hamlenin Tel Aviv merkezli ve Türkiye’yi baypas amaçlı olduğunu belirtti.
YILMAZ BİLGEN - Lübnan Başbakanı Necip Mikati’nin Ankara’da “Önce Allah’a sonra Türkiye’ye güveniyoruz” sözlerinin ardından Beyrut yönetiminin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’yle (GKRY) imzaladığı münhasır bölge anlaşması, tartışmaları da beraberinde getirdi.
Lübnan kamuoyu ve siyasetini de bölen anlaşmayı gazetemize değerlendiren uzmanlar, bu hamlenin Tel Aviv merkezli ve Türkiye’yi baypas maksatlı olduğu konusunda hemfikir.
İSRAİL’E KALKAN OLMA PROJESİ
Kıbrıslı Siyaset Bilimci Doç. Dr. Emete Gözügüzelli, Yunanistan-İsrail-Güney Kıbrıs ittifakını “şeytan üçgeni” olarak nitelendirdi. Üç ülkenin yakınlaşmasının arka planında yalnızca reelpolitik değil; Kudüs merkezli güvenlik paradigması olduğunu belirten Gözügüzelli “Olan bitenleri ‘vaadedilmiş topraklar’ anlayışı ve Yahudi-Hristiyan dayanışmasını güçlendiren sembolik bağlar gibi ideolojik ve teolojik unsurlar üzerinden okumamız da gerekiyor. Bu ideolojik zemin, İsrail’in Kıbrıs Türk varlığını zayıflatma sonucu doğuran politikaları desteklemesini açıklayan tamamlayıcı bir faktördür. Kıbrıs’ın güneyinde yoğunlaşan Yahudi nüfusu, İsrail’in Doğu Akdeniz’de ‘maksimalist hedeflerini koruma kalkanı’ oluşturma stratejisinin parçası hâline gelmektedir. Bu jeopolitik tasarımın tamamlayıcı unsurlarından biri de GKRY’nin Lübnan ile imzaladığı sözde münhasır ekonomik bölge deniz sınırı anlaşmasıdır. Bu anlaşma, KKTC’nin meşru haklarını açıkça ihlal eden; akabinde Türkiye’nin Mavi Vatan doktrinine karşı ön hamle niteliği taşımaktadır” dedi.
Lübnan–GKRY anlaşması Doğu Akdeniz’i karıştırdı: Türkiye ve KKTC’nin kıta sahanlığı yok sayıldı
ANLAŞMALAR İHLAL EDİLİYOR
Doç. Dr. Gözügüzelli şöyle devam etti:
"Bir yandan Kıbrıs’ın güneyine İsrail füzeleri ve hava araçları konuşlandırılırken diğer yandan adanın batısına ve Ege Denizi’ne yansıyan bir diğer kritik boyutu ise Yunanistan’ın uluslararası antlaşmalara aykırı şekilde Ege adalarını yoğun biçimde silahlandırmasıdır. Lozan ve Paris Antlaşmaları ile açıkça silahsızlandırılmış statüde olması gereken adalara ağır silah, radar sistemleri ve askerî birlikler konuşlandırılması, bölgesel güvenliği doğrudan tehdit eden bir gelişmedir. Atina’nın Ege adalarını İsrail menşeli savunma ekipmanlarıyla tahkim etmesi, Doğu Akdeniz ve Ege’de Türkiye’ye karşı stratejik bir baskı hattı oluşturmayı hedefl eyen daha geniş bir güvenlik mimarisinin parçasıdır. GKRY’nin Türkiye’nin SAFE programına katılımını veto etmesi de bu stratejik hattın önemli bir uzantısı."
İŞGAL ADIMLARI HAZIRLANIYOR
İNSAMER araştırmacılarından Lübnan Uzmanı Mehmet Altıntaş, anlaşmayı “İsrail’in, hem mevcut sınırları dâhilinde koruma hem de gelecekte atacağı işgal adımlarına zemin hazırlama faaliyeti” olarak nitelendirdi.
Altıntaş “Bu imzalar İsrail’i güvenlik adacığına dönüştürme projeksiyonun bir parçası. Lübnan’da zaten parçalı bir siyasi yönetim modeli hâkim. Cumhurbaşkanı Maruni ve Başbakan Sünnilerden seçiliyor. Bu karar siyasi olduğu kadar toplumsal bir konsensüs ürünü değil. Mecliste 128 üyenin yarısı Hıristiyanlara ait. Bu noktada Maruni ve Ermenilerin etkinliği göz ardı edilemez. Buna Sünni, Dürzi ve Şii faktörleri de eklendiğinde farklı bir tablo çıkıyor karşımıza. Deniz Yetki Alan anlaşması bir sonuç. Çünkü Lübnan siyaset ve bürokrasisinde İsrail’le normalleşmeyi savunan figürler de mevcut. Bundan 3 yıl önce Nakura bölgesinde İsrail’le askerî boyutta görüşmeler yapıldı. Şimdi ise buna sivil temsilci de dâhil ediliyor. Ayrıca Batılı ülkelerin İsrail’le masaya oturun baskısını da yabana atmamak gerekir” dedi.
Lübnanlı akademisyen-araştırmacı Ömer Hüseyin, Lübnan’ın GKRY ile yaptığı deniz yetki anlaşmasında yürütme erkinin (Cumhurbaşkanlığı ve Bakanlar Kurulu) kararının esas olduğunu söyledi. Ülke yönetimi ve halkın bu karar sonrası bölündüğünü aktaran Hüseyin “Yönetim, Millet Meclisi’nin onayını almadan bu anlaşmayı imzaladı. İptal edilme ihtimali çok güçlü. Zira imza birkaç hafta önce atıldığı için, Danıştay (Devlet Şûrası) önünde kesin itiraz süresi (60 gün) hâlâ açıktır. Bu süre herhangi bir yargı işlemi yapılmadan dolarsa, anlaşma kesin idari dokunulmazlık kazanacak ve geri dönülmesi çok zor bir fiilî durum ve bağlayıcı emrivaki hâline gelecektir” diye konuştu.
