Türkiye–ABD ilişkilerinde yeni bir safhaya geçilirken, İsrail Trump’ı hangi kozlarla kontrolüne almış olabilir?

CAATSA yaptırımları ve F-35 meselesi, Türkiye–ABD ilişkilerinde kritik bir dönemece işaret ediyor. Erdoğan–Trump görüşmesi öncesinde gündeme gelen başlıklar arasında, İsveç’in NATO üyeliği karşılığında verilen ancak gerçekleşmeyen F-16 sözü de var. Doç. Dr. Oğuzhan Bilgin ve Dr. Barın Kayaoğlu; Washington’un stratejik hesaplarını, F-35 dosyasında İsrail faktörünü ve NATO ile bölgesel güvenliğe etkilerini Türkiye’ye değerlendirdi.
SENA DARBAZ—Eylül 2025’te Birleşmiş Milletler’in mermer salonları, sıradan diplomasi uğultusundan çok daha fazlasını taşıyor. Kameralar flaş patlatıyor, yardımcılar belgeleri karıştırıyor ve liderler el sıkışıyor; ancak törensel görüntünün ötesinde, koridorlar yüksek riskli müzakerelerin sessiz yoğunluğuyla çarpıyor. 25 Eylül’de Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington’da Başkan Donald Trump ile gerçekleştireceği görüşme, görünüşte sıradan bir ikili temas gibi gözükse de aslında kritik bir kavşak: CAATSA yaptırımları, stratejik uçak anlaşmaları, sanayi hedefleri ve Kongre denetiminin kesişim noktası.
İSRAİL FAKTÖRÜ VE FİLİSTİN MESELESİ MASADA
Türkiye’ye konuşan Doç. Dr. Oğuzhan Bilgin, Trump–Erdoğan görüşmesi öncesinde Filistin’in İngiltere ve Fransa tarafından tanınması konusuna dikkat çekti. Bilgin, “Öncelikle, Trump–Erdoğan görüşmesinden önce Filistin’in tanınması konusuna değinmek isterim. Tanınma kararlarını küçümseyenler var. Elbette, Filistin’i tanımış olmaları onların günahını temizlemez; bu adım soykırımı doğrudan durdurmaya yetecek bir girişim de olmayabilir, ancak siyonizme önemli bir darbe niteliğindedir. Siyonizmin İsrail dışında üç kalesi vardır: ABD, İngiltere ve Fransa. Bu nedenle, İsrail’in kuruluşunda rol oynamış İngiltere ile birlikte Fransa ve diğer ülkelerin tanıma kararları, İsrail’e ve siyonizme karşı vurulmuş önemli darbelerdir” dedi.
Bu değerlendirme, 22 Eylül 2025’te Birleşmiş Milletler 80. Genel Kurulu’nda Türkiye’nin Filistin’in devlet olarak tanınmasını destekleyen çağrısını yinelemesiyle de paralel bir gelişme gösteriyor. Ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da BM kürsüsünden Filistin’i tanıma kararını ilan etmişti.
Bilgin sözlerine şöyle devam etti:
“Trump’ın İsrail’e yönelik fren mekanizması da başkanlık döneminin ilk zamanlarındaki gibi işlemiyor. Netanyahu’nun ABD ziyareti sırasında Trump, Netanyahu’ya Türkiye konusunda dünyanın gözü önünde ‘makul ol’ demişti. İran’a saldırısını belli bir noktaya gelince durdurmuştu. Ancak İsrail, başta Epstein dosyaları olmak üzere, gerek Pentagon, gerek CENTCOM, gerek CIA yahut Kongre aracılığıyla Trump’ı büyük ölçüde kontrol altına almış durumda.”
Türkiye’nin Washington ziyaretinde gündeme gelecek başlıklara da dikkat çeken Bilgin, “Trump ve Erdoğan görüşmesinde ise muhtemel gündem maddelerinden ziyade, bence iki önemli konu öne çıkacaktır: Bunlardan biri Suriye ve PKK, diğeri ise İsrail’in Filistin’deki soykırımının ve etrafındaki ülkelere dönük saldırganlığının devam edip etmeyeceğidir. Esas konu şu; Besleyip büyüttükleri PKK Suriye'de silah bırakacak mı, bırakmayacak mı? Çünkü PKK onların aparatı” ifadelerini kullandı.
Ek olarak, F-16 ve CAATSA meseleleri hakkında da yorumda bulunan Bilgin, “Dahası, F-16 ve CAATSA gündem maddelerinin Trump tarafından olumlu sonuçlanacağını düşünüyorum; ancak Kongre ya da Amerikan müesses nizamı tarafından engellenebilir. F-35 konusu ise olumsuz sonuçlanacaktır; çünkü teslim alınmış ve kendini frenlemeye zorlanmış bir Trump karşısında, İsrail bölgedeki tek F-35’e sahip olan konumunu sürdürmek isteyecek ve bu isteğini Trump üzerindeki baskı mekanizmalarını kullanarak elde edecektir” dedi.
Bilgin’in sözleri, sadece iki ülke ilişkilerinin değil, Orta Doğu’daki dengelerin de önümüzdeki dönemde hangi yönlerde şekilleneceğine dair kritik ipuçları sunuyor. Trump–Erdoğan görüşmesi öncesi, bu açıklamalar diplomatik kulislerde şimdiden yankı uyandırmış durumda.
Görüşmelerin merkezinde, yıllardır Türkiye–ABD ilişkilerini şekillendiren sorular yer alıyor. 2019’da Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almasının ardından uygulanan CAATSA yaptırımları hâlâ önemli bir engel teşkil ediyor ve Ankara’yı F-35 programının dışına itiyor. Ancak Ankara, artık bu kısıtlamaları avantaja çevirmeyi hedefliyor; Boeing uçak alımları, yerel sanayi ortaklıkları ve savaş uçağı programlarına geri dönüş için yollar açmayı planlıyor — tüm bunları ABD’nin siyasi ve Kongre denetim mekanizmalarının karmaşık yapısı içinde yönetmeye çalışarak.
Ekonomik açıdan, muhtemel Boeing sözleşmeleri ve sanayi iş birlikleri, anında sermaye girişi ve istihdam oluşturma potansiyeli sunuyor. Stratejik olarak, F-35 üretimine ve tedarik zincirlerine yeniden dahil olmak, NATO müttefikleriyle uyumluluğu yeniden sağlayabilir ve Türkiye’nin ittifak içindeki konumunu güçlendirebilir. Siyasi açıdan ise yol engebeli: Kongre, S-400 anlaşmasını hâlâ bir ihlal olarak görüyor ve hızlı bir muafiyet ya da normalleşme girişimi, sert yasama karşıtlığıyla karşılaşabilir.
AMERİKAN MÜESSES NİZAM VE TRUMP
Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı James Risch, Türkiye’nin S-400 alımı nedeniyle “bir bedel ödeyeceğini” belirtmişti. Yine de uzlaşma ihtimalleri artıyor. Bloomberg ve Reuters’a göre Türk müzakereciler, sivil havacılık sözleşmeleri ile savunma müzakerelerini birleştiren çok katmanlı bir paket üzerinde çalışıyor; bu adım, CAATSA ve F-35 meselelerini çözmeden kısa vadeli ekonomik kazanımlar elde etmeyi hedefliyor.

Öte yandan, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack daha ılımlı bir çerçeve çiziyor. Haziran 2025’te Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada, Erdoğan ve Trump’ın yıl sonuna kadar bu konuları çözmek için gerekli talimatları vereceğini ifade etmişti. Barrack’ın iyimser yaklaşımı, iki ülke arasındaki savunma ilişkilerinde kritik bir dönüm noktasına işaret ediyor.
Barrack, bu sorunların yalnızca siyasi olmadığını; ekonomik ve stratejik boyutları da olduğuna dikkat çekerek, F-35, F-16, S-400 gibi siyasi sürtüşmelere de yola açan meselelerinin çözümleri olduğunu ifade ediyor. Ayrıca, Türkiye'nin savunma sanayii üretim kapasitesinin artırılmasının, NATO'nun doğu kanadındaki güvenlik için kritik öneme sahip olduğunu da ekliyor ve devam ediyor, “25 Eylül'de Washington'da gerçekleşecek Erdoğan-Trump zirvesi, bu meselelerin çözülüp çözülmeyeceği konusunda belirleyici bir rol oynayacak. Bu görüşme, Türkiye'nin savunma sanayiinde yeniden ABD ile iş birliği yapma yolunda önemli bir adım olabilir.”
Ancak, ABD Kongresi'nde bazı üyeler, Barrack'ın Türkiye'nin F-35 müzakerelerinde "şaşırtıcı derecede işbirlikçi" olduğunu belirtmesinin ardından endişelerini dile getirdi. Bu durum, Kongre'nin Türkiye'ye yönelik tutumunda değişiklik olup olmayacağı konusunda soru işaretleri oluşturdu.

'SEN SAVAŞA GİRERSEN, BEN DE GİRERİM'
Dr. Barın Kayaoğlu, CAATSA ve uçak gündemi hakkında geniş perspektif sağladı: Türkiye’nin son yıllardaki en yakın ABD müttefiklerinden biri olduğunu belirterek, CAATSA yaptırımlarının kaldırılma ihtimalini olumlu bulduğunu ifade etti. “NATO’nun 5. maddesi, devletlerarası ilişkilerde de işleyen, ‘Sen savaşa girersen, ben de girerim’ prensibi gibi çalışır” dedi. Yine de ABD’nin şu anda Türkiye’ye silah satmayı reddettiğini ve daha önce bu konuda uyarılarda bulunulduğunu ekledi.
Kayaoğlu, Avrupa boyutuna da dikkat çekti: Yaptırımlar kalkarsa, Portekiz ve Almanya gibi ülkelerin Washington’a yaklaşabileceğini söyledi, ancak Almanya’nın satış sözleşmelerinin hâlâ belirsiz olduğunu vurguladı. Bu konuda Avrupa ile yaşanacak gerilim, ABD açısından stratejik dezavantaj oluşturuyor. S-400 alımının Türkiye’yi cezalandırma amacı taşıdığını belirten Kayaoğlu, CAATSA yaptırımlarının Kongre onayı olmadan yürürlüğe girmesinin ciddi hukuki sorunlar barındırdığını söyledi.
“Yaptırımların kalkmasının ardından en kritik konu HÜRJET olacak. HÜRJET'te F-404 motoru, KAAN'da da F-110 motorları kullanılacak. CAATSA’nın kaldırılması, Ankara’ya operasyonel esneklik sağlayacak ve AB’ye Eurofighter programı açısından olumlu mesaj gönderecek, parça tedarikini kolaylaştıracak” diye ekledi.
Kayaoğlu, Türkiye’nin sivil havacılık ihtiyaçları kapsamında yürütülen uçak müzakerelerini de vurguladı:
“Boeing satışlarının THY’nin Airbus kaynaklı uzun süredir süren sorunlarını çözebileceğini belirtti. Bu adımlar hem havacılık operasyonlarını istikrara kavuşturacak hem de Türkiye’nin uluslararası tedarik zincirindeki konumunu güçlendirecek.
F-16 ve F-35 programları hâlâ gündemde ve 25 Eylül’deki Erdoğan–Trump görüşmesinin ana maddelerinden biri olacak. En kritik unsur Kongre’nin alacağı karar; çünkü Kongre, başkanın sözünü her zaman takip etmeyebilir. Açıkçası bu konularda iyimser değilim; Amerikalılara güven sınırlı. CAATSA, Erdoğan–Trump görüşmesine de damgasını vuracak."
Oval Ofis’ten çıkacak sonuç, görüşme salonunun çok ötesinde etkiler oluşturabilir. Uçak fabrikalarından NATO konseylerine, Avrasya’nın tartışmalı gökyüzüne kadar dalgalar halinde yayılacak. Ankara için bu görüşme, uzmanlar tarafından kısıtlamaları avantaja çevirme fırsatı olarak görülüyor; Washington için ise hukuki sınırlamalar, Kongre denetimi ve ittifak taahhütlerinin, pragmatik diplomasi ile nasıl bir arada yürütülebileceğinin testi olabilir. Uluslararası müzakerelerin en belirleyici anları nadiren kamuoyuna yansır; fısıltılarla şekillenir, taahhütlerle ölçülür ve kameralar çıktıktan çok sonra etkileri kayıtlara geçer.