Filistin’i tanımak: Samimiyet göstergesi mi, Washington’a mesaj mı?

Kaynak: Dış Haberler
- Güncelleme:
Filistin’i tanımak: Samimiyet göstergesi mi, Washington’a mesaj mı?
Filistin, İngiltere, Kanada, Avustralya, BM, Washington, Haber
Dünya Haberleri  / Dış Haberler

BM Genel Kurulu öncesinde İngiltere, Kanada ve Avustralya’nın Filistin’i tanıma kararı, uluslararası siyasetin gündemini değiştirdi. Peki bu adım Batı bloğu içinde bir çatlak mı, yoksa sembolik bir jestten mi ibaret? Yalova Üniversitesi’nden Dr. Mehmet Ali Uğur, Türk Atlantik Konseyi Genel Sekreteri Av. Emir Abbas Gürbüz, İTÜ’den Doç. Dr. Umut Uzer, Kırıkkale Üniversitesi’nden Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan ve dış politika analisti Aydın Sezer, kararı Türkiye'ye değerlendirdi.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu öncesinde Kanada, İngiltere ve Avustralya’nın Filistin’i tanıma kararı, Batı bloğunda politika farklılıklarının derinleştiği yönünde tartışmaları beraberinde getirdi. 

Tanımanın uluslararası hukuk boyutundan Trump dönemindeki iç siyasal fay hatlarına, Avrupa kamuoyunun baskısından İsrail’in bölgesel konumuna kadar birçok parametre devreye girmiş durumda.

Konunun tüm bu boyutlarını tartışmak üzere Dr. Mehmet Ali Uğur, Av. Emir Abbas Gürbüz, Doç. Dr. Umut Uzer, Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan ve analist Aydın Sezer’in değerlendirmelerini derledik.

BM Genel Kurulu öncesinde İngiltere, Kanada ve Avustralya’nın Filistin’i tanıma kararı, uluslararası siyasetin gündemini değiştirdi.
BM Genel Kurulu öncesinde İngiltere, Kanada ve Avustralya’nın Filistin’i tanıma kararı, uluslararası siyasetin gündemini değiştirdi. 

BATI BLOKU İÇİNDE ÇATLAK: FİLİSTİN KARARI NE ANLAMA GELİYOR?

Yalova Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcısı Dr. Mehmet Ali Uğur, tanıma kararına dair değerlendirmesinde şu ifadeleri kullandı:

“Bugüne ve bugünden hemen öncesine, hatta iki yıl önceki Ekim’de başlayan son döneme insan doğal olarak odaklanıyor. Fakat en başta şunu vurgulamak gerekir: İngiltere ile Amerika'nın dış politika yaklaşımı farklılık gösteriyor. Bir tanesi kraliyet geleneğine, çok daha köklü bir geçmişe dayanıyor; diğeri ise bir cumhuriyet, hatta devrimci bir cumhuriyet.

Amerika genellikle bir devleti tanımayı ‘ben tanıyorsam vardır, tanımazsam yoktur’ anlayışıyla ele alır. İngiltere’nin geleneğinde ise tanıma daha doğal, nötr ve tarafsız bir süreçtir. Monroe Doktrini’nden sonra Latin Amerika’daki devletlerin varlığını Amerika kendisi var kılmış gibi göstermiştir. Dünyanın süper gücü olduktan sonra da bu tavrını sürdürmüştür.

Bugün olumlu bir sürpriz olarak gördüğümüz tanıma süreci, Batı bloğu içindeki ciddi bir çatlağı işaret ediyor. Çünkü iki yıl önceki Ekim operasyonlarına kadar Batı dünyasında Filistin’i tanıyan neredeyse yoktu. Bugünü farklı kılan, Amerika’nın en yakın müttefiki İngiltere’nin bu adımı atmasıdır. Kanada ve Avustralya’nın eklenmesi de Washington’a açık bir mesajdır.

İngiltere uzun süredir iki devletli çözümü savunuyordu ancak dünya liderliğini Amerika’ya bırakınca geri planda kaldı. İsrail’in Gazze’deki işgalini genişletmesi, iki devletli çözüm sürecini fiilen ortadan kaldırdı. İngiltere’nin bugünkü çıkışı, bu statükonun artık sürdürülemez olduğunun ilanıdır.

Bu gelişme ABD ile İngiltere’nin tamamen kopacağı anlamına gelmez. NATO gibi alanlarda işbirliği sürdürülebilir, ancak Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de farklılaşmalar mümkündür. Devletlerin ilişkileri katmanlıdır; bir alanda ayrışsalar da diğerinde işbirliği devam edebilir. Avrupa kamuoyunun baskısı da belirleyici. İnsan hakları ve demokrasi söylemleriyle büyüyen toplumlar artık Filistin için sokakta. İngiltere, Kanada ve Avustralya’nın hamlesi samimiyet göstergesi mi, yoksa İsrail’e ‘daha ileri gitme’ mesajı mı, bunu zaman gösterecek.”

Birleşmiş Milletler'in (BM) 193 üyesinden çoğunluğu, 140'ı aşkın devlet Filistin topraklarını devlet olarak tanıyor.
Birleşmiş Milletler'in (BM) 193 üyesinden çoğunluğu, 140'ı aşkın devlet Filistin topraklarını devlet olarak tanıyor.

Türk Atlantik Konseyi Genel Sekreteri Av. Emir Abbas Gürbüz, kararın diplomatik boyutuna ilişkin şunları söyledi:

“Gelişmelerin kalıcı bir diplomatik ayrışmaya yol açacağını düşünmüyorum. Zira İngiltere, Amerika ve Avustralya arasında Asya-Pasifik güvenliği çerçevesinde çok daha öncelikli meseleler bulunuyor. Çin’in bölgede nüfuzunu artırmasına karşı kurulan ortak savunma paktı, taraflar arasında derin bir işbirliği oluşturdu. Dolayısıyla bu tanıma kararı ciddi bir kopuş değil, var olan bazı farklılıkların görünür hale gelmesidir. Kanada açısından durum farklı olabilir; çünkü ABD ile arasındaki gerginlikler zaten süregelen bir mesele. Ancak genel tabloda bu üç ülkenin Washington’dan tamamen ayrıştığını söylemek doğru olmaz.”

Kararın sembolik yönüne de işaret eden Gürbüz, “Avrupa’da ciddi bir Filistin yanlısı toplumsal baskı var. Hükümetler bu sesleri tamamen görmezden gelemezdi. Dolayısıyla bu tanıma, sahadaki koşulları değiştirmese de kamuoyuna verilen bir mesajdır. İngiltere’nin farkı, tarihsel bağları nedeniyle sorunlu bölgelerde proaktif tavır alma geleneğinin sürmesidir. Keşmir ve Kıbrıs örneklerinde olduğu gibi, Filistin meselesinde de aslında yıllardır iki devletli çözümden yanaydı. Bugün yaptığı, bunu resmen deklare etmekten ibaret” dedi.

BM Genel Kurulu'nda Filistinlilere geniş haklar tanıyan bir karar kabul edildi.
BM Genel Kurulu'nda Filistinlilere geniş haklar tanıyan bir karar kabul edildi. 

Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan ise kararın tarihsel ve siyasi boyutunu şöyle değerlendirdi:

“Bu tanıma kararı, esasen İngiltere–Kanada–Avustralya hattı ile ABD arasında diplomatik bir kırılma işareti olarak okunabilir. Çünkü Washington uzun süredir Filistin’in devlet olarak tanınmasına mesafeli duruyor, hatta İsrail’in güvenliği üzerinden tek yanlı bir çerçeveyi öne çıkarıyordu. Buna karşılık İngiltere, Kanada ve Avustralya'nın hamlesi transatlantik blok içinde politika farklılaşmasının belirgin hale geldiğini gösteriyor. Bu adım yalnızca bir tanıma kararı değil; aynı zamanda uluslararası hukukun üstünlüğü, iki devletli çözüm vizyonu ve Ortadoğu’daki barış düzeni konusunda ABD ile İngiliz Milletler Topluluğu ülkeleri arasında farklı bir stratejik perspektifin geliştiğini işaret ediyor.

Bunu ayrıca Britanya’nın Balfour Deklarasyonu’yla başlattığı tarihsel kırılmanın bir tür telafisi olarak da görmek gerekir. 1917’de Filistin topraklarında ‘Yahudi ulusal yurdu’na kapı açan İngiltere, bugün Filistin’i tanıyarak kendi tarihsel sorumluluğuyla yüzleşecek mi? Bu soruyu sormak gerekiyor. İngiltere tarihi sorumlulukları gereği bu adımı çok daha önce atmalıydı. Bu açıdan bakıldığında, gecikmiş bir telafidir. Aynı zamanda iç politikada sol tabanı konsolide etme ihtiyacının da etkili olduğunu görüyoruz. Starmer uzun süredir ‘doğru zamanı bekleme’ söylemiyle hareket ediyordu; kamuoyunun baskısı ve milletvekillerinin girişimleriyle bu adımı atmak zorunda kaldı.”

ABD, Filistin'in Birleşmiş Milletler'e tam üyeliği karar tasarısını veto etti |
ABD, Filistin'in Birleşmiş Milletler'e tam üyeliği karar tasarısını veto etti

Dış politika analisti Aydın Sezer ise kararın ABD ile ilişkiler açısından bir kırılma anlamına gelmediğini vurguladı:

“ABD ile bu üç ülke arasında bir kırılma olduğunu düşünmüyorum. Her şeye rağmen ABD ile İngiltere arasında hâlâ stratejik bir ortaklık söz konusu. Benim stratejik ortaklık tanımım; tehdit algısı, tehdidin kaynağı ve tehdide karşı verilecek tepki konusunda ortak refleks gösterebilme durumudur. Dünyada sadece İngiltere ile ABD arasında böyle bir işbirliği modeli vardır. Bu çerçevede İngiltere’nin Filistin’i tanıması, BM Güvenlik Konseyi üyesi olması nedeniyle hukuki açıdan önem arz ediyor. Kanada ve Avustralya’nın tanıması ise daha çok siyasi nitelikte. Asıl belirleyici olan, BMGK’nın Filistin devleti üzerinde mutabakat sağlayıp sağlayamayacağıdır. Kaç ülkenin tanıdığı tek başına belirleyici değildir.”

Sezer’e göre bu nedenle bir kırılmadan değil, pozisyon farklılaşmasından söz edilebilir:

“ABD kendi pozisyonunu koruduğu sürece, diğer ülkelerin farklı adımlar atmasının Filistin sorununun çözümüne somut bir katkısı olmayacaktır. İngiltere ve diğerleri adına bu adımı sembolik bir jest olarak nitelendirmek daha doğru olur. Yine de bu, tamamen koordinasyonsuz bir adım değildir; ABD ile bu ülkeler arasındaki diplomatik uyum sürecektir. İngiltere’nin hamlesi taktiksel bir açılım da olabilir. Özellikle İngiltere-İsrail ilişkilerinde ağırlığını hissettirme ve Orta Doğu’da –Kıbrıs dâhil– önemli bir güç olduğunu vurgulama amacını taşıyor olabilir. Belki de Netenyahu’nun Trump ile kurduğu ilişki biçimine kontrollü bir tepki niteliğindedir.”

Ağustos'ta ABD alışılmadık bir adım daha atmış ve BM'nin kendi kurallarının olası bir ihlaliyle onlarca Filistinli yetkilinin vizelerini iptal etmiş ya da vize vermeyi reddetmişti.
Ağustos'ta ABD alışılmadık bir adım daha atmış ve BM'nin kendi kurallarının muhtemel bir ihlaliyle onlarca Filistinli yetkilinin vizelerini iptal etmiş ya da vize vermeyi reddetmişti. 

İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Umut Uzer de kararın geç ve sembolik olduğuna dikkat çekti:

“Üç İngilizce konuşan ülkenin Filistin'i tanıma kararı geç ve sembolik de olsa önemli bir adımdır. Özellikle BM Güvenlik Konseyi üyesi olan Birleşik Krallık’ın bu yönde tavır alması ayrı bir anlam taşıyor. Ancak zaten 147 devlet Filistin’i tanımıştı. Dolayısıyla sahada büyük bir değişim getirmesini beklemiyorum. Yine de İsrail üzerinde baskı oluşturma açısından dikkate değer bir gelişme.”

UAD'den yapılan yazılı açıklamada, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 45 devlet ve uluslararası kuruluşun yazılı beyanlarını Divan Yazmanlığına sunduğu belirtildi.

UAD'den yapılan yazılı açıklamada, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 45 devlet ve uluslararası kuruluşun yazılı beyanlarını Divan Yazmanlığına sunduğu belirtildi.


"TANIMA KARARI UAD VE UCM SÜREÇLERİNE YANSIYACAK"

Dr. Mehmet Ali Uğur, Filistin’in tanınmasının yalnızca siyasi değil, hukuki ve ekonomik sonuçlar da doğuracağını vurguladı:

“Tanıma kararının Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) süreçlerine yansıması olacaktır. UAD, BM sistemi içinde köklü bir organdır. UCM ise daha yeni ve kırılgan ama taraf devletler için bağlayıcıdır. Filistin’in tanınması, bu mahkemelerde İsrail’i daha fazla yalnızlaştıracak ve hesap verebilirliğini artıracaktır. Ayrıca tanıma, taraf devletlerin kendi iç hukuklarında düzenlemeler yapmasını zorunlu kılar: temsilcilikler açmak, anlaşmalar imzalamak, vatandaşlarını korumak gibi.”

Uğur’a göre kararın ekonomik etkileri de göz ardı edilemez:

“Tanıma sonrası yapılacak ticaret anlaşmaları, firmaların ve gemilerin korunması gibi yükümlülükler doğuracaktır. İsrail engellemeye kalktığında, tanıyan ülkeler vatandaşlarını savunmak zorunda kalacaktır. Bu da İsrail’in tecridini derinleştirecektir.”

Türkiye’nin rolüne de dikkat çeken Uğur, “İsrail’in en çok rahatsız olduğu ülke Türkiye. Netanyahu’nun konuşmalarında Cumhurbaşkanımıza sürekli atıfta bulunması da bunun göstergesi. Türkiye, Filistin meselesini her platformda gündemde tutarak büyük bir diplomatik yük üstleniyor. Açık ve kapalı kapılar ardında yürütülen bu diplomasinin büyük payı var” dedi.

Filistin’in geleceğine dair ise şu değerlendirmeyi yaptı:

“Batı Şeria’daki C/D alanlarının işgal altında olması tanımanın idari sonuçlarını zorlaştırıyor. Montevideo kriterleri (toprak, nüfus, işler hükümet, diğer devletlerle ilişki kurma kapasitesi) açısından İsrail işgali bu şartların uygulanmasını engelliyor. Ancak BM Şartı’na göre sömürgecilik karşıtı mücadele mutlak bir haktır. Bu nedenle Filistin’in devletleşme hakkı tartışmasızdır. İsrail’in parçalama ve kimliği silme çabalarına rağmen bugün çok daha fazla ülke Filistin’i tanıyor. Bu da verilen mücadelenin boşa gitmediğini gösteriyor. Kaybedilen canlar ağır bir bedel olsa da devletleşmeye giden yolun önünü açtı."

Trump'ın
Trump'ın "İsrail'in Gazze'ye saldırılarına 2 ay ara verilmesi garantisi" sunması halinde, Hamas'ın elindeki İsrailli esirlerin yarısını serbest bırakmayı taahhüt ettiği ileri sürüldü.

TRUMP'IN PARTİ İÇİ MÜCADELESİ VE İSRAİL POLİTİKASI

Türk Atlantik Konseyi Genel Sekreteri Av. Emir Abbas Gürbüz, Filistin’i tanıma kararının Amerikan iç siyasetindeki fay hatlarıyla da bağlantılı olduğunu vurguladı. Gürbüz’e göre, bu noktada özellikle Trump faktörü öne çıkıyor:

“Trump bu konuda Demokratlardan ziyade kendi parti içi mücadelesine kurban gidiyor. Trump’ın destekçisi olan geleneksel Cumhuriyetçilerle, ulusalcı diye tanımlayabileceğimiz yeni dalga arasında ciddi bir tartışma var. Yeni dalga ulusalcılar ciddi şekilde İsrail karşıtı. Bunun iki sebebi var: Birincisi, America First politikası gereğince başka bir ülke için asker göndermek veya bütçeden kaynak ayırmak istemiyorlar. İkincisi, bu kesimde antisemitizm ve genel bir yabancı düşmanlığı mevcut. Müslümanlara da karşılar, Hintlilere de karşılar, Yahudilere de. Daha çok kültürel Hristiyanlık kimliği üzerine kurulu bir milliyetçilik anlayışları var. Geleneksel Cumhuriyetçilerin İsrail yanlılığı ise çoğu zaman Protestan evangelizmin getirdiği bir İsrail yanlılığı ve Yahudi lobileriyle iç içe olmalarından kaynaklanıyor. Bunun yanında Trump’ın damadı Jared Kushner’in Yahudi kimliği ve İsrail’le ticari bağları da kararlarında etkili olmaya devam ediyor.”

Epstein tartışmalarına da değinen Gürbüz, şunları ekledi:

“Epstein dosyası gündemde olsa da tek başına belirleyici değil. Örneğin Trump’ın göçmen vizelerine yaptığı olağanüstü zam bile Cumhuriyetçi Parti içinde kriz doğurdu. Elon Musk buna sert tepki verdi çünkü Silikon Vadisi Çin ve Hindistan’dan gelen nitelikli iş gücüne muhtaç. Bu tür içsel fay hatları, Kanada, İngiltere ve Avustralya gibi müttefiklerin daha bağımsız diplomatik pozisyon almalarına zemin hazırlıyor. Ancak bu tanımanın arkasında gizli bir stratejik plan aramak doğru değil; bu adım tamamen toplumsal baskıların zorladığı, yapılabilecek en ileri adımdı. Yapabilecekleri en fazla şey tanıma veya İsrail’e ambargoydu. Zaten birçok ülke silah ambargosu gibi adımlar attı. Bunun bir sonraki adımı da Filistin’i tanımaktı. Gazze’de yaşananlar karşısında devletler, kurallara dayalı düzeni ihlal eden İsrail’e karşı yapabileceklerinin en fazlasını yapmış oldular. Birleşmiş Milletler sistemi zaten iflas etmiş durumda. Dolayısıyla bu ülkeler Filistin için yapabileceklerinin en fazlasını yapıyor.”

Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan ise gelişmeyi üç eksende ele aldı:

“Birincisi, bağışçılar meselesi. 2024 seçimlerinde Miriam Adelson’ın finansmanı gibi örnekler, Trump’ın İsrail politikasının sertleşmesinde etkili oldu. İkincisi, Körfez ülkeleriyle başlatılan normalleşme süreci. Trump, ‘Gazze Rivierası’ projeksiyonuyla Filistin’in kalkınmasını vesayet ve yatırım merkezli bir modele bağladı. Üçüncüsü ise ABD iç siyasal fay hatları. Epstein belgelerinin akıbeti ve son dönemde gündeme gelen suikast tartışmaları Amerikan siyasetinde ciddi kırılmalara neden oldu. Bu üç faktör birleşince Trump’ın İsrail konusundaki pozisyonu yalnızca ideolojik değil, yapısal bir sertliğe oturdu.”

Filistin’i tanımak: Samimiyet göstergesi mi, Washington’a mesaj mı? - 8. Resim


Dış politika analisti Sezer'e göre de , ABD iç politikasındaki krizlerin Washington’un İsrail politikası üzerinde dolaylı bir etkisi olduğunu da belirtti:

“Hiç kuşkusuz evet. Lobiler ve baskı grupları bu konuyu sürekli gündemde tutuyor. Bu tür içsel kırılmalar, Kanada, İngiltere ve Avustralya gibi müttefiklerin daha bağımsız diplomatik pozisyonlar almasına da zemin hazırlıyor olabilir. Bu ülkeler böyle kararları alırken ABD’nin kendilerine sert tepki göstermeyeceğini biliyorlar. Muhtemelen bu konuda önceden temas yapılmış, en azından Washington bilgilendirilmiştir.”

Doç. Dr. Özcan ayrıca, tanıma kararının vicdani boyutunu vurguladı:

“Gazze’de yaşananlar, küresel sistemi ikiye ayırdı: tarihin doğru tarafında olanlar ve olmayanlar. Türkiye başından bu yana doğru tarafta yer aldı. Bu süreç, uluslararası kurumların yeniden yapılanma ihtiyacını ortaya çıkardı. Filistin’i tanıma sürecinin vicdani ve ahlaki bir yönü olduğunu düşünüyorum. Aksi halde Gazze’de ölen çocukların Batı tarafından araçsallaştırılması gibi bir tablo vicdanlarda derin yaralar bırakacaktır. Buradaki düğüm noktası ABD’nin tavrı. Washington, BM Güvenlik Konseyi’nde yine İsrail için veto şemsiyesi mi açacak, yoksa küresel vicdana mı katılacak, asıl belirleyici olan bu olacak.”

İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Umut Uzer ise Washington yönetiminin tepkisine ve Filistin devletinin statüsüne dikkat çekti:

“Trump iktidarının bu konuda hoşnutsuzluk göstermesi beklenmeli. Zaten İsrail yanlısı bir çizgideydi, ancak Epstein bağlantılarına dair tartışmalar bu tutumu daha da sertleştirebilir. Trump’ın giderek otoriterleştiği de göz önünde bulundurulmalı. Bunun yanı sıra Filistin devletinin vasfı da ayrı bir tartışma başlığıdır. Tanıma kararları önemli olsa da, bağımsız bir devletin işlerliği ve uluslararası düzlemde hangi statüye sahip olacağı konuları da gündemde tutulmalıdır.”

Kaynak: Dış Haberler

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...