Nesli 10 milyar yıl boyunca devam edebilir! Proteini kansere karşı yeni bir umut
Dünyanın en dayanıklı organizması olarak kabul edilen Tardigradlara yönelik yapılan yeni bir araştırmada, minik canlıda bulunan "Dsup" adlı proteinin kanser hastalıklarıyla mücadelede kritik rol oynayabileceği belirtildi. Bazı kaynaklara göre minik organizmalar, güneş var olduğu sürece en az 10 milyar yıl boyunca neslini devam ettirebilecek.
Tardigradlar, halk arasında "su ayıları" olarak bilinen mikroskobik canlılar, dünyadaki en dayanıklı organizma olarak kabul ediliyor.
NESLİ 10 MİLYAR YIL DEVAM EDEBİLİR
İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre minik canlı, güneş var olduğu sürece en az 10 milyar yıl boyunca neslini devam ettirebilecek.
Doğanın sunduğu en sert koşullardan yılmayan bu canlılar, yaklaşık -273 derece kadar düşen sıcaklıklarda hayatta kalabiliyor ve 150 dereceni üzerindeki ısılara bile dayanabiliyor.
Minik canlılar, memeli canlıların dayanabildiğinden 1000 kat daha yoğun radyasyona maruz kalarak hayatta kalabiliyor.
Journal of Molecular Biology dergisinde yayımlanan çalışmada, bunun nedeni, "Dsup" (damage suppressor / hasar bastırıcı) adlı özel bir protein. Söz konusu protein, DNA’yı radyasyonun neden olduğu hasardan koruyor ve gelecekte kanserle mücadelede bilim insanlarına yardımcı olma potansiyeline sahip.
Nesli 10 milyar yıl boyunca devam edebilir! Proteini kansere karşı yeni bir umut - 1. Resim
DOĞANIN EN İYİ HAYATTA KALANLARI
Bilim insanları, yıllar boyunca tardigradların aşırı radyasyon altında nasıl yaşayabildiğini tam olarak anlayamamıştı. İlk başta bunun anhidrobiyoz adı verilen bir özellikten kaynaklandığını düşündüler. Bu özellik, tardigradların hücre içi sularının neredeyse tamamını kaybettikten sonra, adeta bir "bekleme durumunda hayatlarını sürdürebilmelerini sağlıyor.
Bu süreçte tardigradlar "tun" denilen bir duruma geçiyor. Tamamen kuruyup küçük bir top haline geliyor ve metabolizmalarını neredeyse sıfıra indiriyorlar. bin 300’den fazla türü bulunan tardigradların bazıları, bu şekilde yıllarca "uyku halinde" kalıp daha sonra tekrar su alarak hayata dönebiliyor.
RADYASYONA DAYANIKLI PROTEİN
Tardigradların radyasyon direncinin gerçek sırrı Dsup proteini gibi görünüyor. Bu protein yalnızca tardigradlara özgü, ancak araştırmacılar farklı türlerin genlerine bu proteinin üretim talimatlarını ekleyerek benzer etkiler gözlemlemeye çalıştı.
Çalışmada, farelerin genetik olarak Dsup üretmesi sağlandığında, yüksek radyasyon dozlarına maruz kalan bu farelerin DNA’sında daha az hasar oluştuğu görüldü.
Bir başka deneyde, Dsup geni Caenorhabditis elegans adlı nematoda aktarıldı; bu sayede nematod X-ışınlarına dayanıklılık kazandı ve ömrü uzadı.
Sonuçlar, Dsup’un potansiyelinin ne kadar büyük olabileceğini gösterdi. Ancak bilim insanları uzun süre proteinin nasıl çalıştığını tam anlayamadı. Kimi, Dsup’un DNA’nın etrafında bir "kalkan" görevi gördüğünü, kimiyse hasar birikmeden önce DNA onarımına yardım ettiğini düşünüyordu.
Yeni çalışma, bu soruya daha net bir cevap getiriyor.
Araştırmacılar, Dsup’un biyokimyasal ve yapısal özelliklerini inceleyerek, proteinin DNA’ya (tek veya çift sarmal) bağlandığında onu kısmen gevşettiğini buldu. Şekil değişikliği, DNA’yı radyasyondan kaynaklanan hasara karşı daha dirençli hale getiriyor.
Ayrıca Dsup tardigradların tek savunma aracı da değil.
2020’de keşfedilen bazı türler, derilerinin altındaki floresan pigmentler sayesinde ölümcül UV ışınlarını zararsız mavi ışığa dönüştürerek hayatta kalabiliyor.
KANSERLE MÜCADELEDE DNA HASARINI ÖNLEME
Dsup proteini üzerine yapılan araştırmalar ilerledikçe, insan sağlığı için yeni kapılar da aralanabilir. DNA hasarının birçok kanser türünde önemli bir rol oynadığı düşünülürse, protein bir gün kanser hücrelerinin oluşumunu önlemeye yardımcı olabilir.
Dsup aynı zamanda uzun süre uzayda kalan ve iyonize radyasyona maruz kalan astronotlara da koruma sağlayabilir.
BAZI ENGELLERLE KARŞI KARŞIYA
Dsup’un insanlarda kullanımı bazı engellerle karşı karşıya.
Örneğin 2023 yılında yapılan bir çalışma, proteinin kortikal nöronlarda nörotoksisiteye (sinir hücrelerinde toksik etkiye) yol açtığını ortaya koydu. Bu da beyinle ilgili tedavilerde kullanılmasının şu an için uygun olmayabileceği anlamına geliyor.
