"Soykırım" iddialarından kurtulmanın yolu

A -
A +
Fransa Senatosu, Avrupa'da yaşayan Türkler tarafından protesto edilmişti. ADALET DİVANINA TAŞINMALI Eğer gerçekten Türkiye arşivleri araştırmacılara açıksa; eğer gerçekten bu konunun bundan böyle her yıl temcit pilavı gibi Türkiye'yi meşgul etmesi istenmiyorsa, yapılması gereken bir an önce Uluslararası Adalet Divanı'na başvurmaktır. ARTIK 'SOYKIRIM' NİTELEMESİ BİTER Divan'ın konuyu gündemine alması, dava sonuçlanana kadar başka ülkelerde benzeri kararların alınmasını engelleyecek, davanın Türkiye'nin lehine sonuçlanmasıyla da hiçbir ülke 1915 olaylarını "soykırım" olarak niteleyemeyecektir. ÇÖZÜM TEKLİFİ OLAN ÖNE ÇIKSIN Bu iş giderek ciddileşiyor. Ankara'nın gündelik değil, kalıcı sonuçlar doğuracak girişimlerde bulunmasının zamanı geldi de geçiyor. Çözüm önerisi olanlar varsa ortaya koysunlar ki, özgür tartışma ortamı içinde en doğru seçeneği bulma imkânımız olsun. Millet Meclisi'nden sonra Senato'nun da "soykırım" iddialarını suç sayan tasarıyı kabul etmesinden sonra yasa haline gelen metnin Fransa'da yürürlüğe girebilmesi için sadece tek bir aşama kaldı: Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin onaylaması. Elysee Sarayı'ndan yapılan açıklamaya göre Sarkozy bu onayı vermekte hiç tereddüt etmeyecek. Eğer milletvekili ve senatörlerden oluşan 60 kişi Sarkozy onaylamadan önce, yasanın Anayasa Konseyi'ne götürülmesi için imza vermez ve Anayasa Konseyi de yasanın Fransız Anayasası'na aykırı olduğuna hükmetmezse en fazla on gün sonra Fransa'da 1915 olaylarının "soykırım" olmadığını söylemek suç haline gelecek. Türkiye bütün gücüyle söz konusu 60 imzayı toplamaya çalışıyor. Ama hem Fransız seçimlerine sadece dört ay kalmışken bu imzaları toplamak çok zor hem de imzalar toplansa bile Anayasa Konseyi'nin anayasaya aykırılık kararı vereceğinin garantisi yok. GERİ ADIM ATARLAR MI? "İnkâr Yasa Tasarısı"nın Aralık ayında Millet Meclisi'nin gündemine gelmesinden itibaren, önce bu düzenlemenin yasama organından geçmesinin engellenebilmesi için, ardından da yasalaşarak yürürlüğe girdiği takdirde Fransa'ya tepki göstermek adına ne gibi tedbirler alınabileceği Türkiye'de tartışılıyor. Muhtemel tedbirler arasında, ekonomik ve ticari ilişkilerin tamamen durdurulmasından diplomatik ilişkilerin kesilmesine, Türkiye'deki Fransız eğitim ve kültür müesseselerinin kapatılmasından Fransız yatırımcıların ülkelerine geri gönderilmesine uzanan bir dizi gerçekleştirilmesi asla mümkün olmayan maddeler de sayılıyor. İşin ilginç tarafı, Ankara Fransa'ya karşı uygulamaya sokulacak sözde "sert yaptırımlar" hakkında beklentiyi öylesine yükseltti ki, yukarıdaki maddelerin gerçekten söz konusu olabileceğini Türkiye kamuoyunda düşünenlerin sayısı az değil. Hele bir de, kendi kendimizi fazlasıyla kaptırdığımız "çok önemli ve sözü dinlenen ülke" söylemi var ki, sanki Fransa'nın "aman Türkiye'yi küstürmeyeyim, yoksa bana çok zarar verir" diye değerlendirmede bulunacağını ve geri adım atacağını zannedenlerimiz de çok. İLİŞKİLERİN ESKİ SEVİYEYE GELECEĞİNİ BİLİYORLAR Hâlbuki Fransız Hükümeti Türkiye'nin bölgesel önemini küçümsememekle birlikte -daha önce defalarca doğrulandığı gibi- Ankara'nın önce sert uyarılar yapacağını, sonra çok da etkili olmayan bir yaptırım paketi açıklayacağını, en fazla altı ay içinde de ikili ilişkilerin eski seviyesine tekrar çıkacağını çok iyi biliyor. Fransız yatırımlarının Türkiye ekonomisi için ne anlam ifade ettiğini "Renault Fas'a gitse daha iyi mi olacak?" başlığı atan Le Figaro gazetesi yazarlarından daha iyi bilen birçok ekonomi bürokratımız var. Bunu ben de çok iyi biliyorum, siz değerli okuyucular da biliyorsunuz. CAYDIRICI TEDBİR ALABİLDİK Mİ? Türkiye, "Soykırım" yasalarının daha önce kabul edildiği ülkeler karşısında hangi caydırıcı ve cezalandırıcı önlemleri almış ki, bunlar Fransa'ya karşı gündeme gelebilecek yaptırımlar için karine teşkil etsin? Daha birkaç gün önce dışişleri bakanının çok verimli geçtiği söylenen bir resmi ziyaret yaptığı Rusya Federasyonu 1995'te "soykırımı" tanımamış mı? Ankara'daki Büyükelçiler Konferansı'nda yaptığı konuşmayla diplomatlarımızı etkilemeye çalışan İsviçre Konfederasyonu'nun dışişleri bakanı, ülkesinde "soykırım" yasasının en önemli destekçilerinden biri değil miydi? Üstelik İsviçre ceza yasasında, Fransa'nın yapmaya çalıştığından çok önce "soykırım inkârını suç sayan" bir düzenleme yapılmamış mıydı? "Soykırım"ı tanıyan bir diğer ülke olan Almanya'yı kısa bir süre önce cumhurbaşkanımız ziyaret etmedi mi? 1997'de "soykırım"ı tanıyan Lübnan'la 2010'da serbest ticaret anlaşması imzalamadık mı? 2000'de "soykırım"ı tanıyan İtalya'nın önde gelen şirketleri, hem de o karardan sonra Türkiye'de çok önemli ihaleler almadılar mı? Bugüne kadar "soykırımı" tanıyan 18 ülkeyle ticaretimiz devam etmiyor mu? Bu ülkelerin tümünde (Kıbrıs Rum Kesimi'ni saymıyorum) büyükelçilerimiz bulunmuyor mu? Fransa 2001'de "soykırım"ı tanıyan bir karar almasına rağmen TBMM'deki Türkiye-Fransa Dostluk Grubu en kalabalık gruplardan biri değil miydi? Şimdiye kadar bu türden girişimleri engelleyebilmiş olsak, o zaman "acaba neden Fransa'yı durduramadık?" diye hayıflanmaya hakkımız var. Bırakın engelleyebilmeyi, evvelce yaptırım kararı aldığımız, "şiddetle kınadığımız" ülkelerle ilişkilerimizi sanki hiçbir şey olmamışçasına, güllük gülistanlık devam ettirdiğimize göre, Fransa Türkiye'den neden korksun? Telaffuz etmek zor geliyor ama Türkiye'nin "soykırım" iddialarını tanıyan ülkelere karşı yıllardır sergilediği tutum caydırıcı veya cezalandırıcı bir hüviyet taşımamaktadır. 2015 yaklaşırken, tanıma kararı alan ülke sayısını artırmak için büyük çaba harcayan Ermeni lobilerinin kullandığı argümanlardan biri, "merak etmeyin Türkiye bugüne kadar "soykırımı" tanıyan ülkelere karşı nasıl etkisiz kaldıysa, size de aynısını yapacaktır. Türklerden çekinmeniz için hiçbir sebep yok" cümlesidir. YUMURTA KAPIYA DAYANMADAN Ankara'nın hiç vakit kaybetmeden, bugüne kadar hiçbir sonuç doğurmayan reaksiyoner politikasından vazgeçip, proaktif bir stratejiyi uygulamaya sokması gerekiyor. Fransa'da son anda bir "harikulâde"lik yaşansa ve yasanın yürürlüğe sokulması engellense bile, gelecekteki benzeri durumları peşinen önlemek için Türkiye artık "yumurta kapıya dayanmadan" girişimde bulunmalıdır. Bunun için Türkiye'nin temel dayanağı 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme'dir. Söz konusu Sözleşme'nin sekizinci maddesi aşağıdaki gibidir: "Sözleşmeci Devletler arasında bu Sözleşmenin yorumlanması, uygulanması veya yerine getirilmesi ve ayrıca soykırım fillerinden veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerin [soykırım sayılan fiiller] herhangi birinden Devletin sorumluluğu ile ilgili olarak çıkan uyuşmazlıklar, uyuşmazlığın taraflarından birinin talebi üzerine Uluslararası Adalet Divanı önüne götürülür." DİVAN TARİHÇİLERE BAŞVURACAK Bu düzenlemeye göre, bir devletin soykırım yapmakla itham edilmesi durumunda, o devletin konuyu Uluslararası Adalet Divanı'na götürme hakkı vardır. Bugüne kadar "soykırımı" tanıyan tüm ülkeler, Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı olan Türkiye'yi 1915'te Ermeniler'e karşı bir "soykırım" yapmakla itham etmişlerdir. Türkiye bu ithamı kabul etmediğine göre, Sözleşme'de zikredilen "Devletin sorumluluğu ile ilgili olarak çıkan uyuşmazlık" durumu mevcuttur. Türkiye buna dayanarak, kendisini uluslararası alanda zor durumda bırakan bu uyuşmazlığı Uluslararası Adalet Divanı'na taşıyabilir. Birleşmiş Milletler'e bağlı bir mahkeme olan Divan konuyu ele alırken tarafların görüşlerine olduğu kadar, uzmanlardan oluşan bilirkişilerin de görüşlerine başvuracaktır. Türkiye'nin savunduğu, "bu konuyu tarihçilere bırakalım" yaklaşımı böylece gerçekleşmiş olacaktır. Zira Divan'ın görüşlerini alacağı bilirkişiler elbette tarihçilerden başkaları olmayacaktır. TÜRKİYE'NİN LEHİNE SONUÇLANIRSA... Eğer Hükümet gerçekten 1915'te olanların "soykırım" olarak nitelendirilemeyeceğine inanıyorsa; eğer gerçekten Türkiye arşivleri araştırmacılara -tam olarak ve eksiksiz biçimde- açıksa; eğer gerçekten bu konunun bundan böyle her yıl yeniden temcit pilavı gibi Türkiye'yi meşgul etmesi istenmiyorsa, yapılması gereken bir an önce sağlam bir dosyayla Uluslararası Adalet Divanı'na başvurmaktır. Divan'ın konuyu gündemine alması, en azından dava sonuçlanana kadar başka ülkelerde benzeri kararların alınmasını engelleyecek, davanın Türkiye'nin lehine sonuçlanmasıyla da, bundan böyle hiçbir ülke 1915 olaylarını "soykırım" olarak niteleyemeyecektir. GÜNDELİK DEĞİL KALICI SONUÇ Divan'ın taraflı davranacağını ve "Türkiye'ye karşı uluslararası bir komplonun parçası olarak aleyhimize karar vereceğini, o yüzden bu yoldan kaçınılması gerektiğini" düşünenlerdenseniz, o zaman Divan'ın durumunu tartışmaya açıp, tarafsızlığını sağlamak için mücadele etmeniz gerekir. Ama konuyu Divan'a götürmeyip, artık kimsenin ciddiye almadığı tedbir ve yaptırım paketleriyle başka ülkeleri Ermeni iddialarını tanımaktan caydırmaya çalışma politikasını sürdürürseniz, 2015'e kadar daha çok paket çıkartır, daha çok büyükelçiyi -kısa sürede tekrar geri göndermek üzere- Türkiye'ye çağırırsınız. Bu iş giderek ciddileşiyor. Ankara'nın gündelik değil, kalıcı sonuçlar doğuracak girişimlerde bulunmasının zamanı geldi de geçiyor. Bu konuda Uluslararası Adalet Divanı'na gitmekten başka çözüm önerisi olanlar varsa ortaya koysunlar ki, özgür tartışma ortamı içinde en doğru seçeneği bulma imkânımız olsun.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.