Bu başarı öyküsü Türk tarımını dünya birincisi yapacak

A -
A +
 
Başlıkta sözünü ettiğim ve Türkiye tarımını dünya birincisi hâline getirecek müthiş başarı öyküsünden haberdar olmam, şimdi anlatacağım kişisel hikâyemle başladı.
Mutfak Dostları Derneği Başkanı Zeynep Kakınç, birkaç hafta önce telefon edip “Sana Şemim sabunlarından bir paket göndertiyorum. Mardin’den gelecek” dedi. Teşekkür ettim ve nitekim üç gün sonra geldi.
Pandemi nedeniyle daha özenli olduğumuz el temizliğinde hekimlerin uyarısıyla çoğunuz gibi ben de yeşil sabun kullanıyorum. Bu yüzden Zeynep’in jesti hoşuma gitti. Ancak gelen sabunda çok olumlu bir farklılık gözlemledim ve kendi kendime “Acaba saçımı da bu sabunla yıkasam mı?” diye aklımdan geçirdim. Biraz da tereddüt ettim, çünkü geçmişte korkunç derecede kepek problemi yüzünden epey çekmiştim. Nihayet şu malum şampuan çıkmıştı da kurtulmuştum. Yine aynı problemle karşılaşmak istemiyordum açıkçası. Ama gözümü karartıp gelen Şemim sabunuyla saçımı yıkadım. Reklam spotuna benzeteceksiniz ama sonuç çok şaşırttı beni. Diğer sabunlar gibi insanın saçlarını bir yün yumağı haline getirmiyor ve birbirine de yapıştırmıyor. Derken tekrarladım ve anladım ki bu sabun çok farklı. Zeynep’e sordum. O da kullanırmış meğer. Bana Ebru Baybara Demir ile konuşmamı önerdi. Kendisini tanıyorum aslında. Kastamonu’daki Yemek Festivali’nde verdiği konferansta dinlemiştim. Ata tohumu Sorgül Buğdayı ekimiyle susuz tarımın öncülüğünü yapan ve Türkiye’yi, hatta dünyayı kurtaracak projenin ilk adımını atan kadın girişimci. Hayatı başlı başına bir başarı hikâyesi.
Ebru Baybara’ya da anlattım ürettikleri Şemim sabunlarıyla ilgili saç deneyimimi. Bana ilk sözü “Bu konuda yalnız değilsiniz çünkü Şemim sabunları şu anda yok satıyor ve bizim her konudaki destekçimiz AK Parti Çankırı Milletvekilimiz Ceyda Bölünmez’in de teşvikiyle milletvekillerinin çoğu bu sabunu kullanmaya başladı” oldu.
Sebebini sordum ve hikâyesini dinlemek istedim.
 
Bu başarı öyküsü Türk tarımını dünya birincisi yapacak
 
BURNUMUZUN DİBİNDEYDİ, DÜNYA BİLİYORDU AMA BİZİM HABERİMİZ YOKTU
 
“Şemim, Halep’te üretilirdi. Aslında Marsilya sabunu ile birlikte dünyanın en ünlü sabunu ama Türkiye’de bilinmiyordu. Yapım tekniğini, usulünü, ülkemize gelen Suriyeli mültecilerden öğrendik. Dört Suriyeli kadın buldum. Onlar bize üretim tekniklerini öğrettiler. Özel teknikleri var gerçekten de ve yapımı neredeyse bir yılı buluyor. Yüzde 93 zeytinyağı bazlı ve çok uygun olan Mardin’in Derik zeytinlerinden faydalanılıyor. Ben savaştan önce Suriye’ye gittiğimde zaten Halep’ten çuvallarla getirip dostlarıma dağıtıyordum bu sabunu. Üretim aşamasına geçmeden önce bir kooperatif kurduk. Bizler kooperatifte bir maddi çıkar beklemeden gönüllü olarak yer alıyoruz. Bir başhekim, bir okul müdürü ve ben. Önce yarısı Suriyeli 44 kadına atölye çalışması ile eğitim verildi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Artuklu Belediyesi, İŞKUR, Mardin Valiliği, Artuklu Kaymakamlığı ve BM Tarım ve Gıda Örgütü FAO’nun da desteğiyle 2018’de başlattık üretimi. İlk yıl 20 bin kalıp sabun üretimini gerçekleştirdik. Sosyal medyadan satışa sunduk ve yok sattı.
Bundan sonrası daha da ilginç. Proje Japon hükûmeti tarafından çok beğenilip fonlanıyor. Ardından Yves Rocher Vakfı’nın 2001 yılından beri dağıtılan “Toprağın Kadınları” ödülü 2019 yılında Ebru Baybara Demir’e veriliyor. Ebru Baybara hem Japon fonunu, hem de kendisine verilen para ödülünü hibe ederek Şemim sabunları üretimi için gerekli taş evlerden birini satın alıp restore ettiriyor. Sonra yarısı Suriyeli 30 kadına daha eğitim veriliyor. “İlk yıl üretiminin satışları da eklenince elimize tahminlerin ötesinde para geçti ve sermaye birikti” diyor Ebru Baybara. Daha fazla zeytinyağı satın alıp, daha fazla üretmeye başlıyorlar.
 
Bu başarı öyküsü Türk tarımını dünya birincisi yapacak
 
ŞEMİM SABUNLARI DÖRT ÜLKEYE İHRAÇ EDİLİYOR
 
O kadar para kazanmışlar ki şimdi fabrika inşa ediyorlar. Ve çalışanlarının şu anda yüzde 60’ı da sosyal güvenlikten faydalanıyor. Suriyeli mülteciler için de gerekli izinler alınmaktaymış.
Bir haber daha. Üretim izinleri alınmış ve ihracata geçiyorlar. Kanada, Almanya, İngiltere, İsviçre’ye ilk numuneler gönderilmiş durumda.
Mardinli bir ailenin kızı olan Ebru Baybara Demir, İstanbul’da Turizm okudu. 20 yıl önce Mardin’de gezdirdiği bir Alman turist grubunun, şehrin tek restoranındaki yemekleri beğenmemesi üzerine, grubu evine götürerek, annesi ve mahalledeki kadınlarının hazırladığı yemeklerle ağırladı. Turistler bu yemekleri öyle beğendi ki Ebru Hanım o kadınlarla bir araya gelip şehrin ilk turistik işletmesi olan “Cercis Murat Konağı”nı kurdu. Bu proje birçok kadın için umut oldu. Şu anda dünyanın en iyi 10 mutfak şefi arasında gösteriliyor.
 
TAHIL ÜRETİMİMİZİN YÜZ AKI ATA TOHUMLARI
 
Demir, ilk olarak yüzünü toprağa dönerek toprakta olan biteni anlamaya çalıştı. Toprakta aşırı kimyasal kullanılmasından dolayı sağlıklı ürün üretilmemesi, çiftçinin para kazanamadığından tarımı bırakması, hibrit tohum kullanımından kaynaklı daha çok su, enerji kullanılması ve bu durumun da kuraklığa neden olması Demir’i yeni çözümler bulmaya itti. Demir’in, kadın mühendislerden oluşan ekibi yaptığı saha çalışmalarında envanterdeki en eski yerel tohumlardan 5 tanesine ulaştı. Bunlar ülkemizin hâlâ kaybolmamış genetik hazineleriydi. Ebru Baybara Demir beş buğdaydan biri olan Sorgül Buğdayı tohumu ile işe başladı. Birleşmiş Milletler Gıda Tarım Örgütü’nün desteği ile birlikte 70 kadın ile beraber 1650 kilo buğdayı 102 dönüm araziye ekti ve üç yıl önceki hasatta 22 ton buğday elde etti. Ebru Baybara ve kurulan kooperatifin öncülüğünde yüzlerce kadın ve erkek bugün Sorgül buğdayı ile susuz tarımın kapılarını araladılar ve şu anda binlerce dönümde Sorgül buğdayı ekiliyor.
 
DÜNYAYI VE TÜRKİYE’Yİ SUSUZ TARIM KURTARACAK
 
Susuz tarım neden çok önemli?
1984 sonrası konvansiyonel tarım geldikten sonra toprağı mahvettik. Pandemiyle birlikte kuraklık da başladı. Türkiye’de su kaynaklarının yüzde 70’i tarımda kullanılıyor. Bu yüzden artık ata tohumlarına dönüş yapmalıyız. Türkiye’nin tahıl ambarı Konya’da obruklar oluşuyor yeraltı kaynaklarının tükenmesi nedeniyle. Ebru Hanım Konya’daki Gıda ve tarım Üniversitesi’’ne bir ton Sorgül buğdayından göndermiş. Orada bu geni korumak için akademik çalışma yapılacak. Daha sonra da Konya ovasında bu buğdayın ekimine geçilecek. Heyecanla sonuçlarını bekliyorlar.
 
HİBRİT TOHUMLARLA HASAT REKOLTESİ FAZLA AMA MASRAFLARDAN SONRAKİ HASILAT ÇOK AZ
 
Susuz tarım yapmak artık çiftçi için kaçınılmaz hâle geldi. Çünkü bu hibrid tohumlar SU+İLAÇ+GÜBRE tüketicisi. Bu ise yıllar itibarıyla toprağı daha da verimsizleştirdi, geçirgenliğini azalttı, su kaynaklarımızın tükenmesine yol açtı.
Şöyle bir hesap yapalım. Hibrit tohumla çiftçi bir dönümde toplam 650-700 kilo buğday elde ediyor. Ama su, ilaç ve gübre için o kadar harcama yapıyor ki elde edilen buğdayın 500 kilosunu borca veriyor.
Peki, Sorgül Buğdayı ile yapılan susuz tarımda ne oluyor?
Eğer ekim yapıldıktan sonra toprak yağış almışsa hiç sulama yapılmıyor. Yağış olmamışsa bir defa sulama yapılıyor. Hepsi bu. İlaç kullanılmıyor, gübre olarak da çiftçinin bugün kullanmadığı hayvan gübreleri atılıyor dibine. Dönüm başına elde edilen ürün 300 kilo ama yapılan masrafları, elde edilen ürünün yalnızca 50 kilosu. Sonuçta susuz tarımla elde edilen buğday çiftçi için dönüm başına toplam hasılat az olmasına rağmen 50 kilo daha kârlı. Toprağı, iklimi koruması da cabası.
 
“ESKİ TARIM YÖNTEMLERİNİ SURİYELİ MÜLTECİLERDEN ÖĞRENDİK”
 
Ebru Baybara, eski tarım yöntemlerini ülkemize gelen mülteci Suriyelilerden öğrendiklerini ifade ederek çok ilginç bir olayı da anlattı:
“Maalesef yetişen ziraat mühendislerimiz, su+ilaç+gübre konvansiyonundan başka bir formüle sahip değiller. Biz Sorgül dışında yeni bir tohum daha bulduk. Analizlerini yaptırdık. 7 dönüm arazide ilk ekimi yaptık ama ürün alamadık. Toprağı analize götürdük. Görüldü ki toprak artık elden çıkmış. Konvansiyonel tarım yapanların önerisi hemen suni gübre vermemiz şeklinde oldu. Sonra Suriyeli bir teyzeyi çağırdık. Baktı, toprağı inceledi. Sonra bize yapmamız gerekenleri söyledi. Önce tarlayı sürün. Çerini, çöpünü, otunu hepsini içinde bırakın. Ardından hayvan ve koyun sürülerinizi buraya getirin, otlasınlar. Sonraki sene de nohut ekin. Nohut toprağı besler. Onu yaptık. Hem çok iyi nohut aldık hem de toprağın kalitesini değiştirdik. Şimdi buğdayı yeniden ektik bu sene sonucu bekliyoruz.”
 
KÜRESELLEŞEN GIDA TEKELLERİ YEREL EKONOMİLERİ, İKLİMİ VE TOPRAĞI TEHDİT EDİYOR
 
Aslında şu anda bir yerel üretim modeli oluşuyor ve bunun farkında olmalıyız. Ebru Baybara gıdanın küreselleşmesinin yanlışlığını ispat ettiklerini söylüyor. Çünkü biz zengin bir ülkeyiz. Yerelleşmek ve yerel ekonomiler meydana getirmek görevimiz olmalı. Eleştirmek çok kolay. Krizi fırsata çevirip çok büyük başarılara imza atabiliriz. Ebru Baybara da aynı şeyi söylüyor:
“Eleştirmektense harekete geçin. Bir şeyler yapın, üretin. Anadolu’nun herhangi bir yerinde yaşıyorsanız sorumluluğunuz çok fazla.”
Gıdada küreselleşmenin ne kadar tehlikeli olduğunu, tedarik zincirlerinin ne kadar kırılgan olduğunu, pandeminin ilk yarısında deneyimlemistik. Sağlık kadar gıdanın da ne denli önemli olduğunu anladık. Herkes endişelendi ve refleks olarak market raflarını boşalttı. Türkiye birçok ülkeye göre bu dönemi daha dirençli anlattı.
Ama artık kuraklık kapımızda. Birkaç yıl evveline kadar metrelerce kar varken bakıyoruz kış aylarında çiçekler açıyor ağaç dallarında. Kuraklık arttıkça gıda fiyatları artacak. Bu yüzden daha çok susuz tarım, daha az su ve ilaç birçok miktarda ağaç dikmeliyiz ki doğa da bize şans versin...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.