Esası gözden kaçırmak

A -
A +

Türkiye'de medya, sürekli olarak polemik ve spekülasyolarla meşgul olduğundan işin esasını hep gözden kaçırıyor. Durum böyle olunca da, halkı aydınlatmak şöyle dursun tam aksine kafasını da karıştırıyor... Bazen kısır döngüden kurtulmak istediği oluyor. Ancak yine de işin esasını gözler önüne sermek yerine, kolaya kaçarak ya topyekun bir övgüye yahut ucuz yergiye başvuruyor! Mesela Kıbrıs konusunun kördüğüm hale gelmesi sebebiyle bazı gazeteler son 27 senede başbakanlık yapmış olan bütün siyasetçilerin resmini fotoğraf albümü gibi basarak hepsini toptan suçlu ilan etti. Böyle bir yaklaşım, sendika mitinglerinde atılan sloganlar veya taşınan pankartlardan ileriye bir şey değildir. Eğer medya Kıbrıs ve Avrupa Birliği konusunda vatandaşı gerçekten bilgilendirmek istiyorsa, en azından şu hususları yeterince irdelemelidir. Birincisi; 1978 yılında AB, Yunanistan ile birlikte Türkiye'yi tam üyelik için davet ettiğinde, Ecevit'in; "Onlar ortak biz pazar olmayacağız!.." diyerek, nasıl bir fırsatı teptiğini sayın halkımıza iyice anlatmalıdır. İkincisi, 1980'de, Devlet Başkanı ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren'in "Rogers Planı" çerçevesinde hiçbir yazılı garanti almadan, Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesine izin vermesini ve aynı Yunanistan'ın yıllarca ülkemizin AB'ye entegre olma sürecini nasıl dinamitlediğini de, necip Türk milletine izah etmelidir. Üçüncüsü, daha önce %29+ (Yüzde yirmi dokuzun üstü) toprağın Türk tarafında kalması kaydıyla, kalan kısmın verilebileceğini kabul edip bunu BM kayıtlarına geçiren Sayın Denktaş'ın, neden aynı hükümleri taşıyan, hatta daha da iyileştirilmiş bir muhtevaya sahip Annan Planı'nı reddettiğini de, bilir bilmez herkese açıklamalıdır. Kısacası, her biri 40 yıllık mesele olan Kıbrıs ve AB konusunda, çözüm yerine çözümsüzlüğü, ev ödevini yapmak yerine ayak sürümeyi ve kaçak güreşmeyi strateji olarak benimseyenleri bir bir deşifre etmelidir. Yani toptan aklama veya karalama ucuzculuğuna başvurmamalıdır. Çünkü bugüne kadar hep sathî, yüzeysel tenkitlerle, peşin yargılarla hareket edildiği için gerçeklerin günyüzüne çıkması mümkün olmadı. Aynı hatada ısrar etmenin anlamı yok. Şimdilerde Türkiye'nin Yunanistan'daki imza törenine katılmamasını işin esası gibi göstererek yine asıl konunun üzerini örten medya, geçmişten ders alma niyetinde olmadığını gösteriyor. Avrupa Birliği'nin çifte standartlı davranışını, uluslararası hukuk ilkelerini yok sayan uygulamalarını itirazsız kabul etmek, sembolik de olsa bir tavır koymamak niye? Türkiye yapılanları normal mi karşılamalıydı? Londra ve Zürih anlaşmalarının çiğnenmesine sessiz mi kalmalıydı? Böyle bir uysallık AB'yi merhamete mi getirecekti? Kendi kendimizi kandırmayalım; biz sesimizi çıkarmadıkça AB'nin de, BM'nin de (Eğer hâlâ etkili ise) üstümüze daha fazla geleceğini unutmayalım!.. Lüzumsuz kabadayılığın faydası yok ama, uysallığın da hiçbir yararı yok. Bilinçli olarak hak arayışımızı sürdürelim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.